4 Kasım 2017 Cumartesi

Hakikat Piyasasının İşleyişi

Hakikatin bir piyasası var mıdır? Neden olmasın? Bence "mâlik" olunabilecek herşeyin bir piyasasının da olması lazım: üzümün, elektriğin ve akıllı telefonların bir piyasası olduğu gibi sevginin, dinin ve dahi hakikatin bir piyasasının olması icap eder. Bu yazıda hakikat piyasasının işleyişini açıklamaya çalışacağım.

Öncelikle piyasayı ne olarak anladığımı ortaya koyayım ki piyasa sözünü duyunca tüyleri diken diken olanların tezviratlarından paçamı peşinen sıyırayım. Ben nacizane piyasayı "şeylerin serbest mübadelesi" olarak anlıyorum. Buradaki şey, herşey olabildiğinden ötürü herşeyin piyasasının olması mümkün. İnsanoğlu bu zamana kadar sahip olabildiği neyi satmamıştır ki? Satma kelimesini kullanınca yanlış anlaşılmasın, ona kibarca değiş-tokuş diyelim. ("Satma" kelimesindeki kötü çağrışımını da not düşelim.) Piyasanın ardından hemen "hakikat"i de ne olarak anladığımı söyleyeyim: hakikat = doğruluğu kesin olan (ve özellikle de beşerî varoluşu ilgilendiren) bilgi. Eğer bu iki tanım üzerine doğru akıl yürütüp hakikat piyasasının işleyişini çözebilirsek iyi hakikatperestler olabiliriz. Nasıl ki bir zeytin yetiştiricisi zeytin ve zeytinyağı piyasasının işleyişini iyi bilmelidir, onu iyi takip eder, ancak bu şekilde para kazanabilir; eğer biz de hakikat piyasasının işleyişini iyice tespit edebilirsek ancak o şekilde bu piyasada ayakta kalabiliriz. Dolayısıyla hakikatle iştigal eden herkes bu piyasanın kurallarını ve işleyişini bilmeli.

Hakikatin piyasasının olması lazım dedik, ancak bu piyasa geleneksel olarak alınıp satılan ev, arsa, üzüm, akıllı telefon piyasası gibi durmuyor, çünkü hakikat piyasasının ilk normatif/ahlakî kuralı hakikatin tabiatı itibariyle alınıp satılan, birşey karşılığında tebadül edilen birşey olmadığıdır. (Ya da, daha doğru bir şekilde ifade etmek gerekirse, hakikat satıcısı sattığı hakikatin karşılığını uzun vadede huzurlu bir dünya ve ahiret hayatı olarak alır.) Mesela Kuran'da açıkça ve defaatle, doğruları getiren ve bunun karşılığında hiçbir ücret istemeyen kişilerden bahsedilir. Bu kişiler peygamberlerdir. Hatta Kuran'a bakarak bir kişinin peygamber olmasının en temel delillerinden birisinin savunduğu fikirler karşılığında hiçbirşey istememesidir. Dolayısıyla hakikat bedava olmalıdır. (Hakikati basit anlamda dini bilgi olarak değerlendirmiyorum ancak peygamberlerin savunduğu fikirlerin önemli bir kısmının Locke'un, Horkheimer'ın, Heideger'in fikirlerinden tabiat itibariyle farklı olduğunu söylememiz bana kolay gözükmüyor. Bu durum, hakikati dini ve dünyevi diye ayırmayan yaklaşımı kabul ettiğimden kaynaklanıyor.)

Ancak, dikkat buyuralım, hakikatin tabiat itibariyle alınıp satılan birşey olmadığı gerçeği normatif bir kuraldır; gerçek hayatta çoğunlukla hakikat alınır da satılır da. Ancak bir kere hakikat karşılığında bir ücret istendi mi mal bozuluyor; böyle bir tebadülün konusu olan hakikat kokuyor. Türkiye'deki ilahiyat ve felsefe bölümlerinin Türkiye toplumu üzerindeki etkilerinin azlığı, satılığa çıkarılmış hakikatlerin nasıl bozulduğu hakkında fikir verici olabilir. O zaman şunu hipotetize edebilir miyiz: hakikat üreticiliği, toplayıcılığı, biriktiriciliği ve yayıcılığı yapan bir kimsenin bu iş mukabilinde bir bedel elde etmiyor olması gerekir. Ebu Hanife'nin kendisine teklif edilen kamu görevini (kadılık) almakta gösterdiği isteksizlik, onun hakikat piyasasının işleyişinin bu yönünü bildiğine işaret ediyor. Sokrates'in durumu da buna benzer; hiçbir kamu görevi üstlenmemiş. Platon'un Devlet'inde anlatılıyor.

Sanırım hakikatin dünyevî bir ücret karşılığında satılması sadece hakikate zarar vermiyor, satıcıya da zarar veriyor. Ücret karşılığında tebadül edilmemesi gereken birşeyi ücret karşılığında tebadül edince, aradaki tebadülcü de zarar görüyor: yozlaşıyor. Bu ise hakikat piyasasının ikinci doğal kanununu oluşturuyor.

Her piyasa gibi hakikat piyasası da partikülaristik, incelikli ve karmaşık. Sorulması gereken bana göre zor sorulardan birisi de hakikat piyasasının hangi somut temel üzerinde işlediği sorusu? Hakikatin toplum içerisinde tedavülünü sağlayan mekanizma en temel olarak nereye dayanıyor? İnsan bu problemi kelimelere dökmekte zorlanıyor. Demek istediğim şu: mesela özel taşıtların bir piyasası var ve özel taşıtlar insanın belirli bazı ihtiyaçlarını karşılıyorlar. O nedenle alınıp satılıyorlar, mâlikleri onları korumaya çalışıyor vs. Peki, hakikat toplum içinde insanların hangi ihtiyacını karşılıyor? İnsanların hangi ortak yönü, insanların içlerindeki hangi aynı özellik hakikatin onlar tarafından kabulünü sağlıyor?

İşte burada tanrısal birşeyler var. İnsan aklının eğilimi hakikati anlama yönünde; bu nedenle hakikat hiç yokolmuyor ve insan aklının bilme açlığını doyurduğu oranda bilişsel zevk veriyor. O hiç yokolmadığı için de insan ırkı yeryüzünden silinmiyor. İnsanlar hakikati tamamen kaybetseler Hobbesçu tabiat haline dönüp insan insanın kurdu olabilirdi. Herkesin herkesle savaşacağı böyle bir ortamda insanlar akıllı canavarlardan farksız olacaklardı.

Bunu şöyle senaryolaştırsak: Mesela bir biliminsanı labaratuvarda çok sayıda karıncayı onların uygun yaşama ortamını oluşturarak kapalı bir ortama koysa sözkonusu karınca popülasyonunu kaç gün, ay, yıl devam ettirebilir. Herhalde çok uzun süre devam ettirmekte zorlanacaktır. Bir de aynı ortama diğer canlılardan dahil ettiğini düşünelim. Senaryo ne kadar karmaşıklaşırsa deneyi sürdürmek o kadar zorlaşıcak gibi görünüyor, çünkü bir kaos ortamı oluşmaya başlıyor ve mevcut mekanizme bir yerde kendi kendini yokediyor. İşte; Tanrı bunca insanın birarada yaşayacağı, üstüne üstlük gittikçe çoğalacakları şekilde bir mekanizma kurabiliyor. Ayrıca bu mekanizmada türler birbirinden evrimleşerek meydana geliyor. Ne muhteşem! Evrim Tanrının ihtişamını daha da artırıyor.

Hakikat piyasasının işleyişini anlamakta katedilecek daha çok yol var. Acziyetimi bildiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder