24 Aralık 2018 Pazartesi

İki Film Türü Üzerine: İnsan ve Toplum Doğasında İncelemeler

Ara ara film seyrediyorum ve seyrettiklerimi IMDb hesabımdan puanlıyorum. (Tüm liste şurada.) Genel olarak her genre'dan film seyrediyorum ama zamanla gittikçe iki tür film dikkatimi çekmeye başladı: İlki insan doğasında, ikincisi toplum doğasında inceleme olarak görülebilecek filmler.

İnsan doğasında incelemeden kastım, bir eserin insanın duygusal, aklî, bilişsel gibi belli bir yönünü, dolayısıyla insan doğasını, genelde mantıksal en uç noktasına götürerek incelemesi. NASA Mars'a uzay aracı gönderdi, koyun klonlandı, karanlık madde keşfedildi, ama sanırım hala insanı, "kendimizi" anlamakta epey başlardayız. Kainatın en karmaşık şeyi insan. O nedenle bu tip filmleri çok önemsiyorum. Genelde inceledikleri beşerî yönü mantıksal uç noktalarına götürerek incelemelerinin sebebi meselenin daha da netleşmesini sağlamak. Genelde basit bir senaryoya dayanan bu filmlerin bazısı gösterime girer girmez kült filmlere dönüşmüş, ki bu normal: Kim ki insanı anlatabilir; o evrensel ve ölümsüzdür.

Pek çok örnek var. "Aguirre der Zorn Gottes" hırsın doruklarında gezen bir insanın zamanla nasıl deliliğin sınırlarına varabileceğini anlatıyor. Mizanseni harika olmasa da senaryosu müthiş. Son sahnesi asla akıldan çıkmayacak cinsten. Amerika kıtaları keşfedildiğinde yenidünyada zaptettiğin yer senin. Nasılsa her yer sahipsiz. Bir kaptan bir gemilik mürettebat ile toprak zaptına çıkıyor Amazon nehri boyunca. Zamanla mürettebatın kimisi salgın hastalıktan, kimisi yerlilerin saldırılarından telef oluyor. Gemide tek başına hala toprak hırsı dinmemiş kaptan kalıyor. Tüm mürettebat öldüğünde gemiyi ufaktan onlarca maymun basıyor. Adamın dönmeye niyeti yok. Maymunlardan birisini boynundan tutup kaldırarak onun yüzüne, "Daha fazla toprak benim olacak!" gibi birşey mırıldanıyor.

Detaya inmemek gerek. "Solaris" ve "Stalker" insan bilinçaltının dışavurumunun en iyi incelemelerinden. Orhan Pamuk'un "Masumiyet Müzesi" aşkı takıntı haline getirmiş barışçıl birinin gidebileceği son sınırlardan birini nefis ele almış. "Rebecca" bir adamın eskiyi unutmak için duyduğu kuvvetli arzunun acınaklı sonuçlarını irdelemiş. "The Experiment" (2001) ABD'de yapılan ve otoritenin doğasını inceleyen o meşhur gardiyan-mahkum psikoloji deneyinden ilhamla çekilmiş. "Goundhog Day" insan zihninin ilginçlik isteğini tatmin edemediğinde varabileceği tuhaf sonuçlar üzerine. "The Old Man and the Sea" yeterli kaynağı yokken birden büyük bir şans yakalayan kişinin düştüğü mücadele ve çaresizliği anlatıyor. Bunların arasına Saw I, Temple Grandin, Life of Pi gibi diğerleri de eklenebilir. Mary Shelley's Frankenstein (1994) aynı adlı kitaptan ilham çekilmiş filmlerden biri. Kitabı kadar etkileyici.

İkinci tip toplum doğasında keşfe çıkmış filmler. Yine doğal olarak pekçok film var; aralarından en çok ilgimi çekenler belirli önemli toplumsal olaylar sonucu toplum hayatında bir dönemin kapanması ve yeni bir dönemin açılması neticesinde iki dönem arasındaki anlam dünyasının farkını en iyi anlatan filmler. Bir büyük hadise olur; bazen savaş, bazen devrim. Eskinin dünyasını anlayamazsın. Kitaplardan okursun ama nafile; kendi anlam dünyanı farketmeden okuduğuna yansıtırsın. Kelimelerin anlamları değişmiş, insanlar o dönemde hayatı bambaşka şekilde yaşamışlar. Kendine özgü sevinçleri ve üzüntüleri ile yitik bir dünyadır artık orası; el uzatamazsın. Mesela dünyanın güneş etrafında döndüğünün keşfinden önceki insan hayatını anlamaya çalış. Kainat dünyanın, "senin" etrafında dönüyor. Acayip bir duygu olmalı. Şimdi biz kendimizi evrenin bir köşesinde kakılmış hissediyoruz. Bu da başka bir acayip duygu. Herşeye sirayet edip herşeyin rengini değiştiren böyle önemli olaylar var tarihte. Bir taraftaki diğerini nasıl anlayabilir? Her devirde yaşamak mümkün olmadığı için bu filmler eşsiz değerli. Bazısı meseleyi kitaplardan daha iyi anlatıyor; meselenin doğası gereği.

Bu tarz filmlerden ikisi harika: Gone with the Wind ve Memoirs of a Geisha. İlki Amerikan İç Savaşı sonrasında ABD'nin güney kısmında hayatın, anlam dünyasının nasıl değiştiğini olağanüstü anlatıyor; diğeri ise Birinci Dünya Savaşı sonrasında geleneksel Japon eğlence hayatının bir kurumu olan geyşalığın altüst oluşunu.