16 Temmuz 2015 Perşembe

Zamanın insan bilincinde bıraktığı tuhaf his üzerine

Lisede bir arkadaşımla zamanın varolup olmadığı üzerine tartışmıştık.

Ben varolmadığını, zamanın bir yanılsamadan ibaret olduğunu savunuyordum, o günlerde okuduğum psikoloji üzerine bir kitabından etkilenmiştim. Arkadaşım varolduğunu iddia ediyordu ve bir müddet sonra kutsal kitaplardan örnek verdi. "Asra andolsun." gibi bazı Kuran ayetleri gösterdi. Ben de o anda varolduğunu kabul ettim.

Benim asıl derdim şuydu: Bir gün de geçse, bir yıl da, on yıl veya elli yıl da geçse geçen bu zamanın insan bilincinde bıraktığı his hep aynı oluyordu: sanki bir an veya birkaç gün geçmiş gibi geliyordu.  Yani 25 yaşındaki bir gence veya 40 yaşındaki bir kadına veya 90'lık dedeye sorsanız, hepsi sanki zamanın bir anda veya birkaç günde geçmiş gibi "his"sediyorlardı. Birçok yaşlıyla hususi bu konuyu konuşmuştum o zamanlar.

O günden bugüne epey zaman (?) geçse de bu hissin mahiyetini ve buradaki aldatıcılığı hala çözebilmiş değilim.

Ziya Paşa gibi,

"Çözemediler bu lügatın sırrını kimse,
 Ne kafile geçti hukemâdan fuzalâdan"

demekten başka çare yok gibi, şimdilik.

Ramazan nasıl birden geçti diye düşününce aklıma bu hatıram geldi.

5 Temmuz 2015 Pazar

Türkiye'de Anormallik Üzerine

Türkiye'de neden çok fazla anormal insan var?

İlginç bir soru değil mi? Ama laf olsun diye sormadım, ciddiyim, Türkiye'de çok fazla anormal insan olduğunu düşünüyorum. Peki neden Türkiye'de çok fazla "anormal" insan var?

Aslında cevabı çok basit: çünkü Türkiye'de çok fazla sosyal norm var. Hayatın her alanında o kadar çok norm var ki, bazı insanlar ister istemez bu normlara uyamıyorlar veya uymuyorlar; bu nedenle anormal hale geliyorlar. Aslında başlıktaki sorunun bir anlam ifade etmesi de, bu ethosun içinde mümkün. Mesela "Why are there a lot of anormal people in America?" diye sormuş olsaydım bu soru pek bir anlam ifade etmezdi, çünkü sanırım Amerika'da sosyal norm Türkiye'dekinden çok daha az.

Foucault, yazılarının derlendiği Dits et Ecrits adlı kitap dizilerinden birisinde, Amerika'da, eğer Amerika'ya daha önce gelseydim buradan gitmek istemez, burada yaşamak isterdim, diyor. Sebebini ise Amerika'da yabancı olarak yaşamanın daha kolay, hatta düpedüz "mümkün" olmasına bağlıyor. Amerika'da nerdeyse herkes yabancı, herkes göçmen. Subhanallah dedim. Adama Fransa'nın entellektüel ortamındaki özgürlükler yetmemiş. Bizim cennet vatanımızda yaşasaydı acaba ne derdi diye düşündüm. Tabi Türkiye'de Foucault çapında bir herşeyi-sorgulayıcı'nın çıkması epeyce zor olduğu için benim bu spekülasyonum biraz anlamsız. (Serdar Kaya'yı zikretmezsem haksızlık etmiş olurum. Kemalizmden başlayarak kolektivizme oradan Sünniliğe varıncaya değin epey yapıyı kurcaladı. Ama bu betonarme yapıları sökmek için ne dozerler lazım kimbilir).

Bir de Foucault'nun Abnormal isimli bir College de France dersleri derlemesi var. Henüz okumadım ama biraz inceledim. O da aynı konuyla ilgileniyor gibi.

Bu düşünceler, yoğun Foucault okumaları yaptıktan sonra sıkça aklıma gelmeye başladı. Etrafımda birilerinin birşeyleri sürekli "anormal, garip, tuhaf vs." görüp sırf bu yüzden tasvip etmediklerini farketmeye başladım. Büyük oranda Foucault'nun etkisiyle şahsen bana artık neredeyse hiçbirşey anormal gözükmüyor, beni rahatsız etmiyor. Birisinin konuşma veya gülme şekli (kıro Türkçesi?), yürüyüş tarzı (süklüm püklüm?), giyim zevki vs gibi neredeyse hiçbir şey beni rahatsız etmiyor. Bunu şu nedenle söylüyorum: Maalesef Türkiye'de pek çok insan başkalarında "anormal" buldukları bazı şeylerden rahatsız olup farkında bile olmadan hoşgörüsüzce bir tavır içine giriyorlar. İşin kötüsü, bakışların sosyal normlarca önceden programlanmış olması sonucu, bu olumsuz tavırların kendiliğinden ve farkına varılmadan ortaya çıkıp verilen her küçük hükmü olumsuzca ve haksızca etkilemesi.

Ancak bunlar tamamen kuralsızlığı önerdiğim anlamına gelmiyor. Ben nacizane kendim için İslam'ın gerekliliklerini kural edinmeye ve bunlara elimden geldiğince uymaya çalışıyorum. Bunun dışında sosyal kurallardan İslama aykırı olmayanlara kendime ve kişilik imajıma zarar gelmeyecek kadar uyuyorum ama bunlara hiç uymayanları da neredeyse asla yadırgamıyorum.

Bununla bağlantılı bir husus daha var. (Aklıma geldikçe bu düşünceleri düzensiz bir şekilde yazıya döktüğüm için sanrılar gibi oldu, kusura bakılmasın.) Türkiye'de hayatın her alanında nerdeyse herşeyin bir usûlü var ve bu usullerin çoğu gerçekten nezaket ve zerafet sebebiyle izlenen usuller olmaktan uzak. Böyle gelmiş böyle gidiyor hesabı. Bizde meşhur sözdür; "Usul esastan öncedir." Bu cümle eğer usûlün de belli bir esasın tezahürü olduğunu kasden söylenmiyorsa, dünyada, bence, bundan daha ahmakça çok az söz vardır.

Bir de Foucault'ya sosyalist, anarşist vs. gibi sıfatlar takarlar. Sanırım Foucault herşeyden önce ateşli bir özgürlükçü; tam anlamıyla kâmil bir liberal olmasa da. Tarihin ve toplumun insan üzerindeki baskısını bu derece güçlü bir şekilde hafifleten başka kim var?

Sonsöz yine Foucault'dan olsun: "Benim rolüm, insanlara, kendilerini zannettiklerinden daha özgür olduklarını göstermek."