5 Aralık 2020 Cumartesi

İslam felsefe tarihini nasıl okumalı ve yazmalı?

Felsefe tarihi yazmada birkaç yaklaşım var. Bunları kabaca doksografik, filolojik, tasvirsel, felsefi, analitik olarak sıralayabiliriz. Felsefe tarihyazımı metodolojisi kitaplarında daha fazla yaklaşım bulmak mümkün, ama belli başlıları bunlar. Bu yaklaşımların her biri diğerleriyle bir derece çeşitli bakımlardan örtüşür. Mesela felsefe tarihindeki bir metni filolojik açıdan iyi anlamadan onun analitik incelemesini yapmak zordur. Ama yine de bu yaklaşımları birbirlerinden ayıran önemli hususlar vardır. Sözgelimi doksografik yaklaşım felsefe tarihinde sadece doktrin ve fikirleri tasvir etmek ile yetinirken, analitik yaklaşım bunlarla diyaloğa girmeye daha fazla odaklanır.

Kabaca bu yaklaşımları felsefi metodların en az kullanıldığı yaklaşım olan doksografik yaklaşımdan felsefi metodların en çok kullanıldığı yaklaşım olan analitik yaklaşıma kadar değişen bir yelpaze üzerinde modelleyebiliriz. Yazının ilk cümlesinde yaklaşımları sıralarken zaten bu yelpazedeki yerlerinde göre doksografik olandan analitik olana şeklinde sıraladım. Yani en az felsefi yaklaşımdan en çok felsefi yaklaşıma doğru soldan sağa yelpazenin iki ucunda şu yaklaşımlar bulunuyor: doksografik yaklaşım - analitik yaklaşım. 

Felsefe tarihinin çeşitli alanlarında bu yaklaşımlardan bazılarının daha ağırlıklı olarak kullanıldığını görüyoruz. Misal antik Yunan ve modern Avrupa (18. ve 19. yy.) felsefesi tarihlerinde bu yaklaşımların hepsinin bolca kullanıldığını görüyoruz. Buna karşın Ortaçağ İslam felsefesi tarihinde ise çoğunlukla doksografik, filolojik ve tasvirsel yaklaşımların kullanıldığını görüyoruz. Bir diğer deyişle, Ortaçağ İslam felsefesi tarihinde düşünürlerin ilgilendikleri problemlerin ve bunlara sundukları çözümlerin tasvirini sunmakla yetinen, ama bu problemlerin ve çözümlerin analitik ve felsefi incelemesiyle ilgilenmeyen bir tutumun baskın olduğunu görüyoruz. Felsefi ve analitik yaklaşımlara bu alanda çok nadir rastlanılıyor. Zaten tam da bu nedenle İslam felsefesi Batı üniversitelerinde ve hatta Türkiye'deki üniversitelerin çoğunda Felsefe bölümlerinde değil, Islamic/Religious Studies, Near Eastern Studies bölümlerinde ve İlahiyat fakültelerinde çalışılıyor. Yani İslam felsefesi tarihi aslında felsefe tarihi olarak ele alınmaktan ziyade İslam ve din çalışmaları gettosuna sıkışmış vaziyette.

Bu durum Ortaçağ Latin felsefesi ile kıyaslandığında daha da belirginleşir. Ortaçağ Latin felsefesi 1980'lere kadar Ortaçağ İslam felsefesi tarihinin şu andaki hali gibiydi. Ancak 1980'lerde özellikle Profesör Norman Kretzmann liderliğinde bir grup felsefe tarihçisinin girişiminleriyle bu alanda bir devrim gerçekleşti. Artık Ortaçağ Latin felsefesi analitik metodların bolca kullanıldığı bir alan haline geldi ve bu bakımdan antik Yunan felsefesi tarihinin sahip olduğu konuma yaklaştı. Felsefe alanında teizmin son onyıllarda yeniden muteber bir felsefi görüş haline gelmesi ile bu bahsettiğim devrim arasında paralel bir ilişki var.

Benzer bir devrimin gerçekleşmesi İslam felsefesi tarihinde de elzemdir. İslam felsefesi tarihinde bulunan felsefi problemlere yönelik geliştirilmiş olan çözümlerin mumyalanmış canlılar veya antika cisimler gibi sadece tasvirsel incelemesinin yapılması, o dönemin filozoflarının Platon ile yapıldığı gibi diyaloğa girilmesinin uygun bulunmaması gerekçelendirilmiş bir tutum değildir ve bir önyargıdan ibarettir. Bu önyargı aslında oryantalizmin felsefe alanındaki etkisinin sürdüğünü gösteriyor. Elbette bu durumun tek sebebi felsefi oryantalizm değil. İslam felsefesi tarihi metinlerinin yeniden keşfi ve bunların öncelikle edisyon-kritiklerinin yapılması gibi filolojik bakımdan daha yapılacak pekçok işin olması da bunun sebebleri arasında.

Bununla birlikte Batı üniversitelerinde Felsefe departmanlarını çeşitlendirmeye yönelik çağrılar hız kazanıyor. Bu çağrıların sonucu olarak Felsefe departmanlarında Çin, Hind ve İslam felsefesi gibi Batı-dışı felsefe ekolleri de öğretilmeye başlanıyor. Bunun sonucunda birkaç onyıl sonra antik Yunan düşünürleriyle tartışıldığı gibi Ortaçağ İslam filozoflarıyla da tartışmak mümkün olacak. Şimdiden buna yönelik ciddi adımlar atılmış durumda. Ancak bu devrim Türkiye'de çoktan gerçekleşmiş olmalıydı, ama bundan hala uzağız. Yine de gidişatın o yönde olması sevindirici.

İslam düşüncesi tarihinde üretilen fikirlerle sağlıklı bir hesaplaşmanın mümkün olmasının ancak analitik yaklaşıma ulaşıldığında mümkün olacağını düşünüyorum. Bu fikirleri toptan reddeden veya toptan kabullenen çok az kişi var. Türkiye'de toplumun çoğunluğu bu iki radikal tutum arasında bir yerde (çoğunlukla tarihte yaşama tutumuna yakın tarafta) yer alıyor. İşte bu fikirlerden hangilerinin doğru, hangilerinin yanlış, hangilerinin aşılmış, hangilerinin hala geçerli olduğunu anlamak için bu fikirleri felsefi ve analitik yöntemler ile incelemek gerekiyor. Bunu yapabilmek için ise hem modern felsefeyi, hem de İslam felsefe tarihini öğrenmek gerekiyor. Bunlardan sadece birini öğrenmek İslam felsefesi tarihini yazmak için yeterli değil. 

O zaman İslam felsefesi tarihini ideal olarak nasıl okumalı ve yazmalı? Çağdaş felsefeyi (mümkünse analitik felsefe) ve İslam felsefesi tarihini (mümkünse tüm felsefe tarihiyle birlikte) bilerek okumalı ve yazmalı.