22 Ağustos 2015 Cumartesi

Denizci Sindbad ve Jules Verne: Maceraperestliğimizi Yitirişimiz Üzerine

“Hayatımın en hoş zamanındaydım ki farklı ırklarla yârenlik etmek ve ticaret yapıp gelir elde etmek için beni yabancı diyarlara seyahate iten muzır bir dürtü hissettim. Bunun üzerinde düşünüp taşınarak gemi seyahati için daha önce hiç almadığım kadar çok değerli mallar alıp onları balyalar halinde paketledim. Bağdat’tan Basra’ya indiğimde yanıma birkaç ileri gelen Basralı tüccar alarak onları bir gemiye yükledim. Seyahate çıktık...”

Yukarıdaki pasaj binbir gece masallarından bir alıntı. Denizci Sinbad’ın anlatısı bir masal. Binbir gece masalları mistisizmi, egzotikliği ve en önemlisi maceraperestliğiyle yüzyıllar boyu birçoklarının ilgi odağı olmuştur.

Erken İslami dönemde macera tutkusu, yeni yerler ve şeyler görme merakı, kazanma iştiyakı dikkat çekici düzeydedir. Azgın Hind Okyanusu dalgalarını aşarak ta Çin ve Endonezya’ya kadar ticaret yapmak amacıyla giden azimli Araplar, Acaibül Mahlukat gibi kitaplar yazmışlar., yani oralarda gördükleri acaip mahlukları merakla inceleyip kitaplara kaydetmişler, resimlerini çizmişler, Arabistan'a döndüklerinde oradakilere bunları gösterip anlatmışlar. Sinbad’ın hikayeleri ne kadar Hindce’den tercüme olsa da, o dönem Arap toplumunun dinamizmini yansıtır. Tam bilmesem de bu mesele muhtemelen pekçok edebiyat eleştirmeninin, bilhassa şarkiyatçıların malumudur.

Buradaki asıl dikkat çekmek istediğim konu ise, denizci Sinbad’ın hikayeleri ile Jules Verne’nin bilim-kurgu romanları arasındaki benzerlik. Şu açıdan: her ikisi de belli bir maceraseverliğin dışavurumu, her ikisinde de doymak bilmez bir merak ve öğrenme arzusu var. Çocukluğumda Jules Verne’nin sanırım tüm romanlarını okudum, tatları hala damağımda. En çok da Dünyanın Merkezine Yolculuk kitabında heyecanlanmıştım. Galiba onu okuduktan sonra birkaç gün yeri eşelemiştim. Binbir gece masalları ile çok sonra tanıştım. İlk tanışmamda bunun farkına varmamıştım. Ama zamanla farkediyor insan. Kaybettiğimiz şeyler çok somut. O maceraperestlik gözle görülür derecede Araplardan çıkıp Fransızlara geçmiş.

Aradaki fark yelpazenin iki kutbu arasındaki fark kadar: ticaret yapıp para kazanmak için basit imkanlarla Hind Okyanusu üzerinnden Çin’e ulaşmaya çalışan 9. asır Yemenli Arap tüccarı nerede, akşamlara kadar divanın üstünde kat çiğnemekten yanağı şişen mayışık Yemenli Arap esnafı nerede..





12 Ağustos 2015 Çarşamba

Sırtında dini bir uyarı yazısıyla gezen adam



Yukarıdaki ilk resmi Konya'da Mevlana Müzesi'nde çektim. Resimdeki kişi genellikle o müzede, geceleri ise Konya'da sokaklarda geziyor ve kendince dini tebliğ yapıyor; epey dikkat de çekiyor. Arada bir insanlar yanına gelip kendisinden bilgi alıyor, dertlerini anlatıyor ve çözüm önerilerini dinliyor. Gömleğinin üzerinde "İnanan genç; inkardan kaç, küfür öldürür, iman güldürür, haram soldurur, sevgi sevdirir." yazıyor.

İnsanların dede diye seslendiği bu adamı müzede ikinci defa gördüm, yanına gittim ve kısaca kendisiyle sohbet ettim. Tasavvufa ilgisi olduğunu, Muhammed Sait Kotku'nun kitaplarını okuduğunu ve insanları dinen uyarmak için 4 yıldır böyle giyindiğini söyledi. Yaşı 70'den geçkinmiş.

İkinci fotoğrafta ise Şems-i Tebrizi'ye ait olduğu söylenen bir kavuk var; üzerinde kocaman Arap harfleriyle "Rabbim Allah'tır. Allah'tan başka tanrı yoktur. (Rabii Allah, La ilahe ilallah)" yazıyor. Söylenene göre Şems, Konya sokaklarında bununla gezermiş.

"Fikir iklimi (climate of opinion)" tabiri, Whitehead'in 18. yy. aydınlanmacılarından alıntılamak suretiyle popülarize ettiği, ancak sonra unutulan ve ardından Carl Becker tarafından The Heavely City of Eighteenth-Century Philosophers adlı ezber bozucu kitabından tekrardan kısmen yaygınlaştırılan oldukça kullanışlı bir İngilizce tamlama. Anlamı; kastedilen dönemin düşünceler yumağı, insanların genel itibariyle üzerine düşündüğü ve onu düşünürken kendisinden yola çıktığı öncüllere atıfta bulunan bir tabir. Mesela Becker diyor ki, modern çağın fikir iklimi o şekilde ki biz eski dönemlerde yazılmış pek çok kitabın, örneğin Aziz Thomas Aquinas'ın muhteşem eseri Summa Theologiae'nin içindeki argümanları kanıtlamaya veya çürütmeye çalışmıyoruz; onları sadece anlamaya ve dolayısıyla öğrenmeye çalışıyoruz, çünkü o dönemin "fikir iklimi", bizi o dönemin endişelerine karşı kayıtsız kılıyor.

Şimdi, gömleğinin üzerinde yazı yazan ilk fotoğraftaki adamla kavuğunun üzerinde Arapça yazı yazan Şems-i Tebrizi'ye dönelim. Gömleğinin üzerinde yazı yazan dedeyi hemen herkes garip buluyor ve kendisine ilgiyle bakıyor. Batı ülkelerinde de bazı evanjeliklerin giysilerinin üzerinde yazı taşımaktan ziyade ellerinde pankartlarla sokaklarda dini uyarılar yaptıklarını görmüştüm; onlar da garip karşılanıyordu. Muhtemel ki Şems-i Tebrizi'ye kendisinin yaşadığı Selçuklu devri sonrlarında aynı ilginçlikte bakılmıyordu. Fikir iklimi ne kadar değişmiş.

Yolda böyle ilginç bir insan görünce hemen kendisiyle konuşmak istiyorum. Nihayetinde bu gibi insanlar topluma zenginlik katıyor Aslında her şehirde birkaç tane böylesine ilginç kamusal insanlar bulmak mümkün olabilir; kimisi sokaklarda, kimisi ise belli bazı kişilerin bildikleri yerlerde. Ankara'da Hacı Bayram'da Emin hoca varmış, yaşı 90'a yakınmış. Tanıdığım epeyce kişi, Emin hoca ölmeden kendisiyle muhakkak görüşmemi tavsiye etti. Bir ara yanına uğramayı düşünüyorum inşallah. İzmir'de Menemen'in Çukurköy adındaki bir dağ köyünde Nizamettin Molla adında bir tarikat ehli var; alelade ehl-i tarikten değil. Dağın tepesinde köyde yaşıyor, gerçek bir münzevi. Defalarca kendisiyle görüşme fırsatım oldu, o kadar güzel bir insan ki anlatmak mümkün değil. Yolunuz düşerse bi ziyaret edin derim. Oradan da Dumanlı Dağı'ndaki İmece Evi'ne geçersiniz, tam olur.

2 Ağustos 2015 Pazar

Dumanlı Dağı'ndaki İmece Evi

İzmir Dumanlı Dağı'nın tepesinde 4 yıldır vahşi bir hayat süren 4 kişiyle tanıştım bugün. İmece Evi adında bir girişim başlatmışlar. Aynı zamanda doğal yaşam aktivistliği yapıyorlar. Derme çatma, kulübe gibi evler yapmışlar, samanlı balçık çamurundan.

Ekolojik hayatı savunuyorlar, herşey doğal. İlk insanların hayatına oldukça benzer. Elektrik ihtiyaçları için güneş enerjisi sistemi kurmuşlar, zaten birkaç ampul, bilgisayar ve radyodan başka pek elektriğe ihtiyaç duymuyor gibiler. Çiftçilik yapıp olabildiğince herşeyi kendileri yetiştiriyorlar. Çoçukları bile var; civardaki bir köy okuluna gidiyor, taşımalı eğitim. Dedim ki neden okula gönderiyorsunuz, hiç göndermeyin. Biz de öyle düşünüyoruz, ama burada oynayacak başka çocuk yok dediler. Kısmen haklı bir gerekçe sanırım.

Bisikletle gittim oraya kadar. Gelirken bisiklet bozuldu, elimde getirinceye kadar biraz perişan oldum, hele yolda bana su veren bir çobana rastgelmeseydim susuzluktan kırılabilirdim. Bisikletin frenleri bozulunca yol uzun sürdü çünkü. Ama değdi tabii. Çok hoş sohbet ettik. Otostopla dünyayı gezme sanatının inceliklerini anlattılar. Dağ başında hemen herşey doğal nasıl yaşanır, onu öğrendim.

Avrupa'da, özellikle zengin Baltık ülkelerinde bu gibi küçük komün hayatı süren epeyce kişinin olduğunu biliyorum. Almanya'da Yeşiller Partisi'nin popülaritesi ve Bundesrat'taki vekil sayısı gittikçe artıyor. Greenpeace, yeşil komüniteryanizm, anti-kapitalizm, sistem karşıtı, uzakdoğu din ve kültürleri (özellikle Budizm), astroloji, doğal sağlıklı kalma yöntemleri bağlantılı veya onlardan mülhem hareketler. Dumanlı Dağı'ndaki İmece Evi de aynı konseptte. Tabii Türkiye'de bu gibi oluşumlar hâlâ nadirattan. Zaten o nedenle ilginç. Sanırım insanın karşı karşıya kaldığı her farklılık ondaki zihinsel fay tabakalarının yumuşaması açısından faydalı. Her farklılık dünyaya bakışımızdaki ünsiyeti kırıyor. Farklı bir şeyle, özellikle farklı bir insan ile karşı karşıya gelişte küçük bir zihinsel deprem yaşamaz mıyız? Hakikatperest olanlar için tabii. Mucize getirsen iflah olmayacaklar bir kenara.

Çocuğunuzun böyle bir yerde büyüdüğünü düşünsenize. Ivan Illich'in okulsuz toplum fikrine katılıyorum ve Pink Floyd gibi we don't need no education diyorum. Nasip olurda çocuğum olursa ilkokula göndermeyi de düşünmüyorum. Sadece lise ve üniversite yeter. İlkokul eğitimini ben vericem. Zaten ne öğreniyoruz ki ilkokulda; biraz matematik, biraz fen, başka? 8 yılda bu kadarcık bilgi kazanımına öğretim mi denir? Mısır'da 5-6 yaşında hafızlarla karşılaşmak işten bile değil diyorlar. İbni Teymiye'nin 20 yaşındayken epeyce eseri vardı: Kanımca zorunlu ilkokul eğitimi uysal vatandaş yetiştirme aracından başka birşey değil. Özellikle Türkiye'de, ama aynı zamanda dünyanın diğer ülkelerinde de.

Eskiden beri hayallerimden ikisi şu: bir, dünyayı gezmek. Şimdiye kadar Akdeniz haricinde Türkiye'nin her bölgesini gezdim, ama her şehri değil tabii. Yine de 30 olmuştur herhalde gezdiğim şehir sayısı. Avrupa'nın ise hemen her ülkesinden bir iki şehri gezdim. Diğeri ise, Allah ömür verirse, 40 yaşımdan sonra sakin bir kasabaya bir süreliğine yerleşerek ortamı kurup kitaplara gömülmek. Bir süreliğine diyorum, çünkü başka yapmayı düşündüklerim de var. Eskiden temelli yerleşicem inşallah diyordum, ama zamanla galiba daha gerçekçi bir pozisyona geldim. 

Hasılı kelam, bu imece evi'ni ziyaret etmenizi tavsiye edebilirim. www.imeceevi.org şeklinde bir internet siteleri var ama domaini bitmiş, yakında tekrar domain alacaklarmış. O nedenle gerekli bilgilere şimdilik şuradan ulaşabilirsiniz:

https://www.facebook.com/imeceevi?fref=ts