26 Eylül 2015 Cumartesi

İslami terminolojinin arkeolojisi (ve biraz da yapısökümü)

Foucault'nun kullandığı yöntemlerin bazısı İslam teolojisine halen pek uygulanmış veya uygulanmakta değil. Bu yöntemlerden ikisi arkeoloji/soykütüğü ve onu müteakip yapısökümü. Bu yöntemleri İslami terminolojiye uygularsak ne elde ederiz?

İslami terminolojinin içerisinde pek çok kelime İslam ilk geldiğindeki anlamından farklı, ve hatta ona fevkalade aykırı anlamlarla yüklenmiş olabilir. Şerif Mardin'in "kök-paradigma" adını verdiği, ekonomi ve siyaset gibi belli toplumsal kurumlarda kitlelerin davranışlarını belirleyen ve etrafında geniş bir çağrışımlar yumağına sahip olan İslami terminolojiye ait bazı kelimeler var. Mesela kanaat. Bu kelimenin şu andaki kullanımı fakirliğin teolojik gerekçelendirmesi minvalinde. Hatta bu o derece ki, İslam ilk geldiğinde Hz. Peygamberin bu kelime ile kastettiği anlamın çok uzağına düşülmüş bir durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Bütün Müslüman toplumların iktisadi hayatları üzerinde bu kelimenin hatırı sayılır ve oldukça belirgin bir etkisi var. Weber, "Protestan, iyi yemek isterken; Katolik, rahat uyumak ister." demişti. Geleneksel Müslüman ise "azla yetinen" insandır. Çokta gözü yoktur. Bunu da kanaat zanneder. Çünkü Kuranda dünya hayatı için "meta" (az bir yararlanma) tabiri kullanılır. Bunu ise kendi idealsizliğinin ve cehaletinin temel istinatgahı yapar. Kanaat kelimesini kendi azgelişmişliğinin yegane istinatgahı olarak kullanır.

Oysaki İslam, çok açık bir şekilde, ilk geldiği yüzyıllarda ciddi bir maddi servet birikimine sebep olmuş ve bu zenginlik sayesinde Müslüman toplumlarda bilim ve sanat gelişebilmiştir. Çünkü, Hume'un dediği gibi, lüks olmadan bilim olmaz. Endonezya ve Fas'a kadar (ki bilinen dünyanın iki ucudur) ticaret yapmaya gözü kesen insanlar yaratan bir dinden bahsediyoruz. Aquina'lı Thomas ticareti epeyce kötülemişti. Ticaret nereye girerse, orayı para hırsı çürütür, demişti. Katolisizm, özellikle Fransisken ve Dominiken gibi tarikatler Ortaçağlarda fakirliği övmekteydiler. Ama İslam ilk geldiğinde müntesiplerini 30 yıl kadar kısa bir sürede servete boğmuştu ve bu servetin (bazı müsteşriklerin iddia ettiğinin aksine) hepsi ganimetlerden elde edilme değildi.

Bu kelimelerden bir diğeri, yine iktisadi çağrışımlar barındıran "kısmet" kelimesi. Hatta "nasip" de bunun yanında sayılabilir. Bunların Arapçada çok basit gündelik kullanımlara sahip teknik kelimeler olarak kullanılması gerekirken Türkçede yüklendikleri iktisadi çağrışımlar ekonomik verimsizlik, pasiflik ve girişim yoksunluğuna sebep oluyor.

Diğer kelime namus. Aslen Yunanca nomos (yasa) kelimesinin Arapçaya geçmiş halidir namus. Hatta Platonun Nomoi (Yasalar) isimli kitabı bile var. Ama bizde İslami teolojiye sızmış ve zararlı sosyal davranışlara sebep olan bir kelime. Hepimizin malumudur.

Diğer kelimeleri çok kısa buraya yazayım. Bu kelimelerin hepsinin arkeolojisi, bir kısmının ise yapıbozumu yapılmalıdır:

- vatan: Kuranda içinde doğulan belde anlamında kullanılıyor. Şimdi ise milliyetçilerin putlarından biri oldu, hayali cemaatin putu.

- millet: Kuran'da "millet-i İbrahim" şeklinde geçiyor en belirgin şekliyle. Aslında din demek. Şimdi ise hayali cemaat, ulus anlamında kullanılıyor.

- fetih: Kuranda bu kelimenin en belirgin şekliyle kullanıldığı yer Hudeybiye barışından sonra inen ayetler. Hz. Peygamber'e hitaben, söz konusu barış kastedilerek, biz sana fetih verdik deniliyor, yanılmıyorsam. Oysaki Müslümanlar orada Mekke'yi zaptetmemişlerdi. Yani Kuranın fetih kelimesini kullanışı bir yerin halkının İslama açılması şeklinde. Oysaki bu kelimenin şimdiki kullanımı maalesef İslamı bir savaş ideolojisine dönüştürmeye yönelik. Kılıçla yer zaptetmek fetih olup çıkmış. (Bir incelik: Hz. Peygamber savaşlarda, düşmanı yenersek kaçmalarına izin verelim ki onlardan da çok can kaybı olmasın düşüncesiyle sırtını hep bir dağa yaslarmış. Çünkü her bir müşrik ve kafir, birer Müslüman adayıdır. İnsana verilen değere bakınız.)

- cihat: Bu kelimenin ifade etmesi gereken anlam üzerine çok şey söylendi. O nedenle tek kelimeyle bu kelimenin anlamını yazıp geçiyorum. Anlamı "gayret" demek. Ama tabi söylenecek şey çok.

- devlet: Kuranda böyle bir kelime geçmez. Ancak geleneksel Sünni fıkhında devletin nimet olduğu şeklinde bir anlayış oldukça belirgin. Basbayağı bir otoriterlik ve acizliğe işaret eder. Çünkü "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi."

Yukarıdaki bir avuç kelime haricinde liste daha da uzatılabilir.

Bunların haricinde bizzat Kuranda geçen, bazısı yabancı menşeli olan ve arkeolojisinin yapılması gereken bilindik çok önemli kelimeler var. Bazı örnekler: melek, cehennem, huri, hilafet, ulu'l-emr, Samet, kırtas gibi. Bu gibi kelimelerin etimolojik izini sürünce insan inanılmaz yerlere çıkabiliyor.

20 Eylül 2015 Pazar

Tercümenin önemi ve incelikleri üzerine

Akademik çalışma yapmanın yanında bir taraftan da ağır ağır tercüme yapmayı epeyce makul buluyorum. Çünkü İngilizce literatürden Türkçeye tercüme edilmesi gereken çok fazla harika eser var ve İngilizce literatürde her geçen gün bu gibi harika eserler basılmaya devam ediyor. Türkçe literatürün yazma eserlerden ziyade tercüme eserlerle gelişeceğini bu nedenle düşünüyorum. İngilizcede, sözgelimi, Afrika siyaseti üzerine harika bir eser varsa, bence yapılması gereken, bu alanda bir eser yazmaktan önce bunu dilimize çevirmek. Oradaki buraya aktarılmadan neden eser yazılmaya çalışılıyor, doğrusu pek anlamıyorum. İngilizce yazındaki onca fevkalade kitap dururken Türkçede her gün onlarca daha düşük kalitede kitap yayınlanması üzücü.

Bilimsel bir alandaki literatürü tek parça olarak değerlendirirsek, literatürü dillere ayırmazsak, aslında, bu literatüre birşey katmayan eserlerin anlamsız olduklarını söyleyebiliriz. Mesela, antropoloji alanında herhangi bir ayrım yapmadan dünya literatüründe 10,000 birim bilgi ve fikir varsa, ve sözgelimi Türkçe yazılan yeni bir eser bu 10,000'lik birikimin orasından burasından 750'lik bir kısmını içeriyorsa ve başka bir meziyeti yoksa, bu eserin varoluş amacı nedir? 10,000'lik birikimi, lafın gelişi 10,010 yapmayacaksa neden yazılır? Bunun yerine yabancı dildeki kaliteli ve mukabil bir eser, hatta belki bir makale, tercüme edilse en azından birşeyler üretilmiş olmaz mı?

Sadede gelecek olursam, demem o ki, tercüme yapmayı fevkalade önemli ve hatta neredeyse İngilizceyi iyi bilenlerin bir görevi gibi görüyorum. Zaten İslam'ın ilk dönemindeki bilimsel parlama, büyük oranda Yunan, Hint ve Latin eserlerinin Beytü'l-Hikme çatısı altında Arapça'ya tercüme edilmesi sayesinde başarılmış. Sadece bir tek tercüman, İbni İshak, 100'den fazla eser çevirmiş. Var olanı tekrar keşfetmeye gerek yok. Silsile, önce var olan birikimi kendi diline aktarmak, sonrasında bu birikimi hazmetmek ve en son bunun üzerine yeni bireyler koymak şeklinde ilerliyor. Bir tarafta avuçlanması gereken koca bir yığın dururken, onu görmezden gelip zerre miskal üretim yapmaya çalışmak oldukça şaşırtıcı. O nedenle tercümanlara karşı pek büyük bir saygı besliyorum.

Öneminin yanında tercüme, kanımca aynı zamanda pek keyifli bir iştir de. Birazcık motor tamirine benzeyen -kelimeyi sök, tak çıkar- tarafı, evet, var, ve bu biraz can sıkıcı. Ama o kelimelerle oynamak insanın beyniyle oynamak gibi değil midir? Bir yere koyacağın kelimeler yelpazesi içinden seçeceğin bir kelime ile düşünceyi istediğin mecraya çekmek, açık bir güç değil midir? Evet, bence tercüman epeyce güçlü bir adamdır. Şimdi, mesela, Aziz Yardımlı'nın öz Türkçe Kant tercümeleri ile Atilla Yayla'nın yemeyip yanında yatılası Hayek tercümeleri bir mi? Luther'in Latince'den Almanca'ya İncil tercümeleri bu konuda belki en iyi örnek. Latince "ecclesia" kelimesi, aslında Yunanca'da şehir devletlerinin küçük meclisleri, toplantı yerleri anlamına gelen ekklesia kelimesinden gelme. Luther bunu tutmuş, Almanca kilise (Kirche) olarak değil de Gemeinde, Gemeine veya Versammlung (sırasıyla Cemiyet, Cemaat ve Toplanma) şeklinde çevirmiş. Yani İncil'de papalığın iddia ettiği gibi bir Katolik Kilisesi yok diyor. Ya da Almanca'daki Wort (Kelime, Tanrı Kelamı), Antwort (Cevap) ve Verantwortung (Sorumluluk, Dini Vecibe); rufen (çağırmak [vocate]) ve Beruf (meslek, Dini Çağrı [vocation]) gibi bütün bir halkın anlam dünyasını yeniden şekillendirme amacına matuf ilginç bağlantılar, hep Luther'in İncil'i bu şekilde tercüme etmesinin ve Almanca ile amacı doğrultusunda zekice oynamasının eseri. Weber, Dawson ve Troelsch bunları detaylıca anlatırlar. Hatta evvel zamanda birisi, sanırım John Dewey veya John Foxe, Protestan Reformasyonu büyük oranda ve aynı zamanda bir tercüme hareketidir demişti. Tercüme bu nedenle gizil-güçlü. Bu nedenle de keyifli. Nihayetinde gerçekten yumuşak insan beyninin ince kıvrımlarıyla oynama söz konusu.

Aslında bu yazıyı bu kadar uzatmak istememiştim. Yazının başlığı da Tercümede Eşdeğerlilik idi. Ama laf lafı açınca başlığı değiştirdim. Tercümede eşdeğerlikten kastım ise, İngilizce'den Türkçe'ye tercümede kelimelerin tam eşdeğerini bulabilmek. Mesela notorious, kötü anlamda meşhur demek. Bunu ünlü ya da meşhur şeklinde çevirmeyip adı çıkmış demek daha doğru. Bu gibi incelikli karşılıkları bulmak zor olduğundan yardımınızı da beklerim. Aşağıda bunun gibi aklıma gelen birkaç kelimeler var. Bazısının eşdeğerini karşısında aklımca yazdım, bazısını hala bulamadım. Bulan varsa ve yazıverirse veya mantıklıca uydurabilirse memnun olurum. Aklıma geldikçe buraya bu kelimeleri kaydetmek istiyorum:

notorious: adı çıkmış (meşhur veya ünlü değil)

depend: (bazen) bel bağlamak (denilebilir, çünkü ingilizcede pekçok güvenmek anlamına gelen kelime ve, bu, tercümede tekrara düşmeye neden oluyor.)

consideration: mütaala (düşünme değil)

catalyst: ? (hızlandırıcı ?, veya katalizör ?, ı-ıh, başka bişey olmalı)

frustrated: ???