29 Aralık 2017 Cuma

Tanrıyı Nerede Aramalı?

İnsanoğlunun Tanrıyı akılla açıklanamayan şeylerde arama gibi bir eğilimi var. İnsanın birşeyi aklıyla anlaması, onun sebeplerini (ve bazen de sonuçlarını) bilmesi anlamına gelir ve insan sebeplerini bildiği, yani aklıyla anladığı şeylerde Tanrıyı bulduğunu pek düşünmez. Aklıyla anlayamadığı şeyler ise tarih boyunca genel olarak insanoğlu için dinî nesneler haline dönüşmüştür.

Mesela en ilkel toplumlarda insanların güneşe, aya ve benzeri şeylere taptıkları herkesin malumu. Eski Yunan'da ise insanlar güneşe veya aya tapmasa da, güneş ve ayın neden deli dana gibi dünyanın etrafında döndüğünü sorgulamışlar ve bu işe bir anlam veremedikleri için onları oraya Tanrının bir lamba gibi "astığını" bir fikir olarak ileri sürenler olmuş. Kimisi de ay ve güneşin Tanrısal varlıklar olduklarını sanmış. Müslüman filozoflar ve bilim adamları da ay-altı ve ay-üstü alemlerden bahsetmişler. Osmanlılar dahil Ortaçağ toplumlarında astroloji muteber bir bilim kategorisinde görülmüş. ("Padişahım bugün Merih uğursuz bir mekanda; sefere çıkmayalım!) Bu gibi akılla açıklanamayan neredeyse herşey Tanrının varlığının kanıtı gibi görülmüş. Tabiri caizse aklın açıklayamadığı şeyler Tanrının artı hanesine yazılmış ve bu beşerî eğilim, cahilliğin dindarlığı beslemesine neden olmuş.

Daha somut bir örnek üzerinden gidecek olursak; mesela Aristoteles, evrendeki bunca çeşitli hareketlerin ilk kaynağının ne olduğunu sorguluyor. Meşhur bir argümantasyon ile ilk hareket ettiren şeyin tüm hareketlerin kaynağı olduğunu söyleyip bir hareket etmeyen ilk hareket ettirici (proton kinoun) olduğu sonucuna varıyor. 

Ancak daha sonra bilimin ilerlemesi ile birlikte Newton kütle çekim kanununu bulmuş. Bu kanun tek başına evrendeki sayısız hareketin pekçoğunun müsebbibi. Buna göre cisimler kütleleri ile doğru orantılı bir şekilde birbirlerini çekerler. Bu sayede ayın dünya etrafında dönmesinin sebebinin bu kanun olduğu ortaya çıkmış. (Aslında biraz sakinkafayla düşününce insan hayret ediyor. Cansız kütleler neden birbirini çekiyor? Bunun gerekçesi nedir? Ya da Einstein'ın dediği gibi uzay bükülüyorsa bunun gerekçesi nedir?) Bu kanun ve nispeten erken keşfedilen diğer doğa kanunları evrenin belirli bazı kanunlarla mekanistik bir şekilde çalıştığı fikrini ortaya çıkarmış. Arşimedin çok önce bulduğu sıvıların kaldırma kuvveti kanunu bu kanunlardan birisi. Sonra zaman içinde optik, thermodinamik, aerodinamik, elektromagnetik vs gibi fizik kanunları gibi günümüz teknolojisinin altyapısını kuran pekçok doğa kanunu keşfedilmiş. Bu kanunlar ile birlikte daha önceden akılla anlaşılmadığı için Tanrının varlığının kanıtı olarak görülen pekçok şey de artık Tanrının eksi hanesine yazılır olmuş. Kanunlar bulundukça Tanrı adeta etrafımızdan zamanla kaybolmuş.

İşte Batı sekülerleşme paradigması da tam olarak bunu söyler. Sekülerleşme paradigmasına göre bilimsel gelişmeler sekülerleşme doğurur. Çünkü bilinmeyen sebeplerin keşfi Tanrıyı çevremizden uzaklaştırma etkisi yapar. Sözgelimi, Newton'dan önce aya bakıp da ne yücesin ya Rab, bu kandili tepemize astığın için sana çok şükür diyen müminler, Newtondan sonra bunu diyememişlerdir. Çünkü ayı dünyanın etrafında döndüren şey basit bir doğa kanunu olan kütle çekim kanunudur. Tanrı bu şekilde idrakten uzaklaşır gibi olmuştur.

19. yüzyıla varıldığında cevabı keşfedilmeyen ve bu nedenle dindarlığı besleyen en büyük muamma, insanların ve hatta canlıların kökeninin ne olduğu idi. Derken Darwin geldi ve evren aydınlandı. Günümüze kadar evrim lehinde ortaya konulan kanıtlar evrimin kuvvetle muhtemel canlılığın kaynağını açıkladığını gösteriyor. Bu açıklama Tanrıyı insanlığın zihninden 100 küsur yıldan beri daha da fazla uzaklaştırdı. Her yeni bilimsel keşif adeta Tanrının varlığının "sahte" delillerini çürütüyor. 

Ancak evrenin kanunlarını keşfettikçe, varoluşun sırlarına vakıf oldukça sanki evren aynı oranda gizemli kalmaya devam ediyor. Katman üstüne katman birşey gibi. Kaymanları soğan gibi soydukça önümüze daha fazla katman çıkıyor ve bu kuyunun dibi gözükmüyor. Her açtığımız kapının ardında başka bir kapı. Mesela Newton'un teorisi Einstein tarafından düzeltildi ve ileriye taşındı. Şimdilerde de Michio Kaku Sicim Teorisi ile Einstein'ın görecelilik teorisini muhtemelen ileriye taşıyor. Onu kim düzeltip ileriye taşıyacak kimbilir. 

Sanırım insanlığın bu trajik hikayesindeki en büyük hata, Tanrıyı dönemin koşulları içindeki bilimle açıklanamayan ama aslında daha sonra gelişmiş bir bilimle açıklanabilecek olan şeylerde aramak. Bu fiziki kanunların nispeten az bilindiği zamanlarda dindarlığı beslemiştir, ama zamanla bu kanunlar keşfedildikçe bu keşifler Tanrı inancını haklı olarak baltalamıştır. Tanrıyı fiziki sebeplerde aramak hüsran doğurmuştur. Tanrıyı fiziki sebeplerde aramamalı. Peki o zaman Tanrıyı nerede aramalı?

Tanrıyı evrende üç şeyde aramalı: fiziki sebeplerin en başındaki ilk sebepte, doğa kanunlarının neden oldukları halde olduklarında, ahlakî doğa yasalarında. 

Bunlardan birincisi fiziki sebeplerin en başındaki ilk sebep. Bunu aklın (yani bilimin) keşfetmesi pek mümkün gözükmüyor. Daha önceden aklın keşfetmesinin mümkün görülmediği ama yine de keşfedilen pekçok muamma olmuştur şüphesiz, ama evrenin en başta neyden oluştuğu keşfedilse bile (ki zaten Big Bang teorisi var), bu Büyük Patlama esnasında patlayan şeyin ne olduğu ve o şeyi kimin neden patlattığı sorulacak. Belki patlayan şeyin ne olduğu (evrenin hammaddesi) bulunabilir ama o hammaddenin nasıl varolduğu sorusu cevapsız kalmaya mahkum gibi gözüküyor.

İkincisi doğa kanunlarının neden oldukları şekilde oldukları sorusunda aramalı Tanrıyı. Yukarıda denildiği gibi, mesela, cisimlerin kütleleri ile doğru orantılı olarak ve şu anda mevcut kuvvetle birbirlerini çekmelerinin gerekçesi nedir? Neden, sözgelimi, cisimler kütleleri oranında birbirlerini itmezler de çekerler? Ya da şu anda cisimler kütleleri ile doğru orantılı olarak 1 birim birbirlerini çekiyorlarsa mesela neden 500 birim çekmezler? Eğer çekmiyorlarsa ve uzay büküldüğü için birbirlerine yaklaşıyorlarsa uzay neden bükülmektedir?

Ayrıca bir de fiziki kanunlarda bazı gerekçelendirilmemiş istisnalar var gibi. Mesela neden herşeyin katı hali sıvı halinden daha yoğun iken suyun katı hali (yani buz) sıvı halinden daha az yoğundur? Bunun arkasında bir gaye var gibi. (Tanrı bununla denizler ve göller buz tuttuğunda balıkların ölmemesini mi amaçlamaktadır?) 

Bi tasavvur edelim: Eğer cisimler kütleleri oranında birbirlerini itselerdi nasıl bir evren çıkardı? Çünkü bu da en az cisimlerin birbirlerini çekmesi kadar makul. Asıl itmeleri gerekçesiz. Mesela orta yol bulunup cisimlerin birbirlerini ne itmeleri ne de çekmeleri, yani birbirlerine hiçbir kuvvet uygulamamaları durumu en makul olan gibi. Neyse, cisimler itselerdi ne olurdu tasavvur edelim: Büyük Patlamadan uzay ve zaman yokken saçılan her bir parça birbirinden uzaklaşırdı ve hiçbirşey birbirine yaklaşmazdı. Dolayısıyla evren hızla genişler ve sayısız parça birbirlerinden sürekli uzaklaşır, nihayet gezegenler ve yıldızlar ortaya çıkmazdı. Dolayısıyla bu durumda herhalde hayat da olmazdı. İşte, sanki burada da bir amaçlılık, bir gaye var gibi.

Üçüncü sebep ahlaki doğa yasaları. Hobbes'un dediği gibi, dünyadaki her hareket sonucunu hiçkimsenin öngöremeyeceği bir olaylar silsilesi başlatır. Bu silsilede kötü eylemler kötü sonuçlara, iyi eylemler de iyi sonuçlara bağlanmıştır. Korkaklık tiranlıkla, ölçüsüzlük hastalıkla ve baskı da isyanla sonuçlanır. Hobbes bunlara doğal cezalar der. Aynı şekilde doğal ödüller de vardır. Genel olarak iyi kabul edilen eylemlerin eyleyen için iyi sonuçları olurken kötü kabul edilen eylemlerin eyleyen için kötü sonuçları olur. Sanki ahlaki dünyevî ödül ve cezalar var gibidir. Buna doğal hukuk deniyor. İşte Tanrı bu doğal hukuku neden koymuştur? Tam tersi olsaydı? Madem dünyada iyilik yapan zaten cennete gidiyor, o zaman dünyada iyilik karşısında hep acı çekseydi? Bu şekilde imtihan daha çetin olmaz mıydı? (Bazı kişilerin imtihanlarının bu şekilde olduğuna dair tecrübi deliller yok değil. Ama genellikle iyilik eyleyen iyilik, kötülük eyleyen de kötülük buluyor gibi. İnsanların eylemlerinin sonuçlarını okuyabilmek hikmetin önemli bir kısmı olsa gerek.)

Bunlar Tanrının tek aranacağı yerler değil. Şüphesiz başka yerler de vardır. Mutasavvıfların hissiyatı, beşerî iyi ve kötü duygular, estetik, insanın evrende "anlam"ı nerede bulacağı sorusu, Tanrıdan mesaj getirdiğini iddia eden birtakım güvenilir insanların ağız birliği yapmışçasına aynı, tutarlı, makul ve canlılık için elverişli mesajı getirmeleri gibi. Ancak maddi evren sözkonusu olduğunda Tanrıyı sanırım sadece bu üç yerde aramalı: fiziki sebeplerin en başındaki ilk sebepte, doğa kanunlarının neden oldukları halde olduklarında, ahlakî doğa yasalarında. Maddi alanda Tanrı bunlardan başka bir yerde aranınca bir süre sonra bilim Tanrının varlığının delili olduğuna inanılan şeyi açıklayıveriyor, sonra da insanlar Tanrının varlığının delili çürütüldü zannediyor. O nedenle: bu zamana kadar bilimin çürüttüğü zannedilen Tanrının varlığına ilişkin kanıtların hiçbiri gerçekte zaten Tanrının varlığının kanıtı değildi, ilkel zihniyetlerin hurafelerinden ibaretti.

Sonuç olarak bilim ile doğru din birbirleriyle çatışmaz. Tam tersine bazı durumlarda bilim Tanrının varlığını insana hissettirir. (Einsten "Tanrı zar atmaz" demiştir. Yani bir kurala göre yaratır. Bilim de bu kuralları keşfeder.) Şimdilerde ateizm yer yer militanlığa varır ölçüde Tanrının yokluğunu ileri sürüyor. Bir defa bu çok saçma. Tanrının yokluğunu nasıl kanıtlarsın? İmkansız. Yok olan şeyi kanıtlamak imkansız. O nedenle ateizm bir saçmalıktır. Bilimsel bir insan en fazla agnostik olabilir. En fazla, Tanrı var mı yok mu bilmiyorum diyebilirsin, eğer bilimsel düşünüyorsan. Bilimsel düşünmeyen birisine everything goes.

Yukarıda sadece bilim ile dinin kesiştiği düşünülen/sanılan yerlerde Tanrının nerede aranması gerektiği üzerinde durduk. Bir başka yazıda da bilim ile pek ilgisi olmayan hususlarda Tanrı nerede aranmalı konusuna bakalım.