12 Mart 2016 Cumartesi

"Merkezî Şahsiyet" Kavramı ve Bunun İnşası

Entellektüel tarihle ilgilenen bir okuyucunun dikkatini çekecek ilk hususlardan birisi, sanırım, tarihte bazı şahsiyetlerin şaşırtıcı derecede yüksek nüfuza sahip olmaları olgusu. Bu gibi bir figürü merkezî şahsiyet olarak adlandırsak herhalde hata yapmış olmayız. Buna göre İmam Gazali, Namık Kemal ve John Locke gibi düşünürler bu kategoriye girerler. Bu olgu gittikçe daha fazla dikkatimi celbettiğinden üstüne birkaç not düşmek istedim.

Kavramı biraz açarsak, merkezî şahsiyet, içinde yaşadığı kültür (ülke, ulus, ümmet, medeniyet vs.) dahilinde hemen herkes tarafından, ancak özellikle de o kültürün şekillendiricileri tarafından, sıradışı derecede kendisine kulak verilen ve sözkonusu kültürün üzerinde olağanüstü tesire sahip olan kişidir denilebilir. Böyle kişilerin özellikleri arasında herhangi bir kliğe kesin bir bağlılık "göstermeme", toplumun genel kanaatlerine karşı tedbirli bir saygılılık, hakikat gördükleri şeye karşı güçlü bir samimiyet, çalışkanlık gibi (bazen birbirleriyle uzlaştırılması zor) özellikler bulunur. Mesela Namık Kemal, Osmanlı'nın son döneminde ve Cumhuriyetin ilk döneminde yaşamış her Osmanlı-Türkiyeli entellektüelin üzerinde sıradışı bir etki bırakmıştır. Ya da İmam Gazali, onca Müslüman filozofunun fikirlerine karşı giriştiği savaşta sıradışı etkinlik göstermiş ve sonraki süreçte İslam düşüncesinin tam merkezine oturabilmiştir. Benzer şekilde John Locke, kendisinden sonraki İngiltere ve Amerika, daha sonra da tüm dünya siyasî düşünürleri ve siyaset adamları üzerinde olağanüstü bir nüfuz sahibi olmuştur.

Anladığım kadarıyla bu kişiler elde ettikleri bu nüfuzu ince bir strateji sayesinde "üretiyorlar." Yani birçok düşünürün kitaplarında belki de bu kişilerin kitaplarından daha hakikate uygun fikirler var, ancak bu kişilerin yaşayış ve fikirlerini serdediş şekilleri öyle ki, sonuç olarak büyük bir nüfuz doğuruyor. Basitçe, Namık Kemal'i ele alsak, Said Nursi'den Atatürk'e, Mehmet Akif'ten Prens Sabahattin'e kadar hemen her düşünürün üzerinde nasıl bu kadar etkili olabildiğini sormak gerekli. Ki bu zikrettiğim isimlerin fikirleri birbirlerine bazen epeyce uzakken. İlginçlik de burada yatıyor. Ya da mesela Atatürk merkezî bir kişilik değil, çünkü çok düşmanı var ve toplumda ciddi bölünlemelere yol açtı.

Sonuç olarak tarihi şahsiyetlerin hayatlarına çeşitli yerlerde rastlarken "merkezî şahsiyet" kavramını kullanışlı bir analiz aracı olarak kullanmak mümkün gibi. Google'a "central personality" ve merkezî kişilik yazdım, yukarıda kullandığım anlamda herhangi birşey bulamadım. Belki de kaçırdığım birşeyler var, tam bilemiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder