2 Nisan 2015 Perşembe

Kelimeler Üzerinden Türkiye Zihniyet Tahlili (2): "Devlet"

Bizim siyasi kültürümüzde, malumunuz, devlet yüce bir varlık olarak resmedilir. Devlet baba, devlet ana gibi kelimelerimiz vardır. Bunlar pek bilindik şeyler zaten, geçiyorum.

Bir ortamda Doğu Ergil'den duymuştum: İngilizce'de devlet kelimesi oldukça az kullanılır diye. Hakikaten de öyle. Mesela British State diye birşey duyar mıyız hiç? Onun yerine British Government denilir. İlginç bir durum. Bazen de Commonwealth kelimesini kullanırlar. Bu kelimeler, Türkçe'deki gibi herhangi bir medihkâr çağrışım içermez. Teknik terimlerden ibarettir.

Peki neden böyle? Neden Anglosakson ve bir miktar diğer Avrupa ülkelerinin kültürlerinde "devlet", kendisine karşı saygı duymaktan ve övmekten ziyade, tedbir gösterilen, dikkatli olunan bir yapı iken, Türkiye'de övülen bir kurumdur? Ya Araplar? Onlarda henüz devlet geleneği oluşmadı diye klişe cümlemiz vardır değil mi? Ama hakikaten de öyle. Kabileciliğin en yaygın olduğu yerlerde, Libya ve Yemen'de, Arap Baharı sonrası tiranlar yıkıldıktan sonra tüm kabileler tüm kabilelere karşı, daha büyük ölçüde de mezhepler birbirine karşı savaşıyor. Bu, siyasi yapının, bir tiranın zoruyla ayakta kaldığına işaret eder. Mısır gibi nispeten milliyetçiliğin yaygın olduğu ve ortak bilincin geliştiği yerler farklı. Belki de milliyetçiliğin nadir faydalarından birisi bu; asabiyeti sağlaması. İbni Haldun'un evvel zamanda işaret ettiği gibi. Bazı İslamcı hareketlerin tahayyülünde ise, devlet, kafir düzen olarak görülüp şeytanlaştırılır. Türkiye'de çok az rastlanan bir durum. Yani devlet kelimesine yüklenilen anlamlar ve yaptığı çağrışım açısından Arap ülkeleri ile Türkiye arasında büyük fark var.

İlk soruya geri dönelim: Neden devlet kelimesine Türkiye ve Batıda bu denli farklı anlamlar yükleniliyor? Bilginin arkeolojisini yapıp devletin Türkiye halklarının muhayyilesinde edindiği efsunu dekonstrükte etmek gerektiğini düşünüyorum. Bilmiyorum, belki de yapılmıştır, pek sanmasam da. Elimde bitirilmesi gereken bir master tezi olduğu için aklıma gelen fikirleri, kısaysa twittera, uzunsa, pek araştırmadan, buraya not düşüyorum, o kadar.

İlk soruya geri dönüyorum tekrar. Neden?

Geçenlerde bir arkadaş bana, Hz. Muhammed'in Medine'de kurduğu siyasi yapıya devlet demenin doğru olmadığını, çünkü o siyasi, yapının, peygamberliğin verdiği güç ile kurulduğunu ve günümüzde devlet olarak adlandırdığımız siyasi yapılarda böyle bir şeyin asla söz konusu olmadığını söyledi. Bunun fevkalade önemli bir husus olduğunu düşünüyorum ve buna katılıyorum. Hz. Peygamber bence de Medine'de devlet kurmadı, bir siyasi örgütlenme tesis etti. O siyasi yapı, ancak ve ancak Hz. Peygamber öldükten sonra devlet olarak adlandırılabilir. Ebu Bekir'in en üst düzey yöneticisi olduğu siyasi yapı, halkının çoğunluğu müslüman olan ilk devlettir denilebilir.

Peki bu nokta neden bu kadar önemli?

Çünkü, Araplarda pek olmasa da, Türkiye müslümanlarının akıllarındaki yüce devlet kavramının başlangıç noktası burası. Hz. Peygamber'in kurduğu siyasi yapıya devlet denilince, devlet, mübarek bir yapı oluveriyor. Ardından gelen halifeler de Hz. Peygamber'e en yakın sahabeler. İyice mübarekleşiyor devlet mefhumu. Ne kadar o dönemde Ridde olayları gibi kanın gövdeyi olaylar olsa da Sünni tarih anlatısı bunların üstünde pek durmamış.

Bu mübarek devlet mefhumu, Selçuklu'yu bilmiyorum ama, Osmanlı'da da devam etmiş. Kanuni Sultan Süleyman, "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi." derken aslında şecaat arzederken, afınıza sığınarak söyleyeyim, sirkatin söylemiş. Bir devletin, kendi halkının içinde muteber olması, bence, o halkın pısırıklığına işarettir. Girişkenlik yoksunu, herşeyi devletten bekleyen, korkak bir halk, devleti muteber görür diye düşünüyorum. La Boetie ve Machiavelli, kendi dönemlerinde Osmanlı devleti ve Osmanlı halkı hakkında bu konularda önemli ipuçları veriyorlar. Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev'de La Boetie, Türklerin "eşekler gibi padişaha boyun eğdiklerini" söyler ve Osmanlıları, "sanki padişaha kulluk etmek için doğan" insanlara benzetir.

O dönemde Avrupa'da ya tiranî rejimler ya da siyasi karmaşa var iken, Osmanlı fetihten fetihe koşuyordu diyebilirsiniz. Ama toprak kazanmakla olmuyor iş. İcat ve bilimle oluyor genellikle. Viyana'ya kadar heryeri zaptetsek de, matbaa gibi harikulade bir cihazı 300 yıl geç bir şekilde memlekete aldığımızı unutmayalım. Nacizane kanaatim, asıl fetih, Macaristanı komple kapatmaktan ziyade, Machiavelli, Newton, Descartes, Hobbes, Locke gibilerin yaptıkları fetihtir. 500 yıldır dünya bu adamları okuyor. 500 yıldır kitapları okunan, din alimleri hariç Osmanlı düşünürü söyleyin? Anadolu'yu zaten Selçuklu ele geçirmişti. Osmanlı fethettiği yerden ne kaldı geriye? Hem İslam'ın önem verdiği şey insan kazanmaktır. Bakınız; Batı dünyası kendi kültürünü dünyanın her tarafında yaydı. Bilim sayesinde. Ya Osmanlı? Herkesi müslüman mı yaptı? Bu mesele epey uzun.

Fetih kelimesi üzerine de kafa yormak gerek. Fetih denilince aklımıza militarizm geldiği için. Kuran'daki fetih mefhumu ile bizim muhayyilemizdeki fetih kavramı çok farklı olabilir.

Konudan saptım, dönüyorum. Klasik liberalizmdeki, devletin zorunlu kötü olduğu argümanına katılıyorum. Devlet; yüce, baba, ana falan hiç değildir. Bu nedenle bu zorunlu kötüyü mümkün olduğunca küçültmeli. Devlet her türlü hastalığın kaynağıdır; yolsuzluk, adaletsizlik, hürriyetsizlik, kölelik vs. En iyi insanları başa getirelim, devlet onları dönüştürür; çünkü güç yozlaşır. Bununla ilgili olağanüstü bir Çin hikayesi var; burada yazmak zor, ama internetten sanırım bulunabilir. Mağarada canavara dönüşen bir gencin üzerine. Devletin faydası da var tabi, olmasa muhtemelen kurulmazdı zaten. Bunu yok saymıyorum.

Sonuç olarak, Türkiye Sünni muhayyilesindeki devletin efsununu yapıbozuma uğratmak lazım.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder