Bugüne kadar çeşitli vesilelerle Avrupanın hemen her ülkesinin birkaç şehrini dolaşma
fırsatı buldum, ama ilk defa bu Şubat ayında, Şubatı ayının tamamını geçirmek
üzere bir doğu ülkesine, Kuveyte gittim. Amaç Kuveyt Üniversitesinde konusu üzerinde henüz tam karar varamadığım
doktora tezine yönelik araştırma yapmak, Arapçamı geliştirmek ve Arap kültürünü
ve daha önemlisi Arap İslamını tanımaktı. Aynı zamanda eşim Ayşe de Kuveyt
üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin dil merkezinde Kuveyt devlet bursu ile 5 ay
civarı bir eğitim aldığı için onunla birlikte vakit geçirmenin de iyi olacağını
hesap etmiştim. Bu bir ayın üzerine, günlük notu kabilinden buraya birkaç not
düşmemin düşüncelerin değişiminin izini sürmek açısından verimli olacağını
düşünüyorum. Kısaca yazıvereyim:
İlk olarak Müslüman toplumlarda
olması muhtemel değişimlerin gerekçelerinin zorunlu olarak “İslamî” argümanlar
üzerine dayandırılması gerektiğine dair kanaatim çok daha güçlendi. Batıda
berrak hakikatler var ve Hz. Peygamber, ilim Çin’de de olsa alınız, dedi ama
kendi toplumları içinde yaşayan Müslümanlardan çok azı Batıdaki ilmi almaya
istekliler. Şarkiyatçıların Müslüman kibri diyerek küçümsedikleri sanırım bu,
ama bu kibirden ziyade fazlaca katılaşmış ve kırılması çok zor bir önyargı:
“son din bizde, biz her halukarda üstünüz.” Oysaki mesela pagan Stoikler
dünyanın belki de gelmiş geçmiş en ahlaklı ve en alimane gruplarındandı, çünkü “tabii
dini” tabiat kanunlarını keşfederek epeyce öğrenmişlerdi. Yani hakikat sadece
Müslümanlarda değil. Müslümanların avantajı ellerinde vahyedilmiş dinin
kitabının bulunması. Ama evreni keşfe çıkan Avrupalılarda da tabii dinin
bilgisi var. İlim nerede bulunsa alınmalı, ama Müslümanlar illa onu oldukça dar
bir çerçeve ile tanımladıkları İslam’da bulmak istiyorlar. O nedenle Müslüman
toplumlarda sosyal bilimciler de pek önemsenmiyor. Kaç kişi var, batının en iyi
üniversitelerinde sosyal bilim eğitimi görüp ülkelerine dönmüşler ama yeterince
teveccüh görmüyorlar. Ama ilahiyatçı oldunuz mu, argümanlarınızı bazı ayetlerle
destekleyecek kadar Kuranî ilimlerden bildiniz mi kulaklar sizi dinliyor. O
zaman aslında üniversitelerimizde toplum üzerinde en etkili bölüm ilahiyat
fakülteleri olması lazım, ama ilahiyat fakülteleri çok düşük puanlarla öğrenci
alıyor – ciddi bir çarpıklık. üniversiteye giriş sınavlarında bedenlerle
uğraşan tıp, ruhlarla uğraşan ilahiyatın anlamlı derecede üstünde. Daha fazla
uzatmadan sonuca geleyim: bundan sonra siyaset bilimi kadar (hatta ondan daha
fazla olacağını umabilirim) ilahiyat üzerine çalışacağım inşallah. Locke’un üç
buçuk asır önce uğraştığı soruların Müslüman toplumları ilgilendiren simetrileri
zaten hala masada duruyor ve acil cevap bekliyor: İslama uygun ve bireysel özgürlükleri
koruyan bir siyasi sistem nasıl kurulabilir? Sanırım siyaset bilimcilerinin ve
daha geniş anlamda sosyal bilimcilerin yapmaları gereken şey, pozitif bilimsel
yöntemleri kullanarak bilgi üretmektense Müslümanların aciliyetle çözüm
bekleyen sorunlarına İslam’a uygun normatif cevaplar vermeleri. Hasılı; kelam,
tefsir, hadis, fıkıh, Arapça bilmek lazım. Ayetlerle konuşabilmek lazım.
Kuveyte gitmeden önce buna büyük ölçüde karar vermiştim, Kuveytte bu kararım
pekişti.
İkinci olarak bir miktar Arapçayı
geliştirdim, özellikle konuşma açısından. Haliç lehçesiyle haşır neşir olduk
aynı zamanda. Epeyce Mısırlılarda da konuştum, Mısır lehçesinden birşeyler
öğrendim. üçüncü olarak, elimdeki The Theological Origins of Liberalism
adlı çalışmayı tamamladım. İnşallah birkaç ay içinde basılacak. Duke
üniversitesi’nden bir filozof da önsöz yazdı sağolsun. Dördüncüsü,
Arapların kültürünü ve İslam anlayışlarını öğrenmeye çalıştım. Kenderi
kabilesinden olan ve Kuveyt üniversitesi siyaset bilimi bölümünde 3. sınıf
öğrencisi olan bir öğrenciyle iyi arkadaş olduk, akademisyen olmak istiyor.
Beni pek çok kültürel ortama soktu. Çadırlarla muhabbet edip hurma yedik,
kahve içtik. Kartal, şahin düşkünleri ile oturup sohbet ettik. Divaniyede
siyaset konuştuk. Her kabileden birkaç kişi parlamentoya giriyor, o nedenle
özellikle güçlü erkekler siyasetle yakından alakalı.
Beşincisi, siyaset bilimi bölümü, şeriat fakültesi ve edebiyat fakültesi dil merkezinde bazı derslere katıldım. Dil merkezinde Ayşeyle beraberdik genelde. Siyaset biliminde ise eğer Amerika bizi korumazsa Kuveyt ülke olarak kalabilecek mi gibi konular tartışıldı.
Son olarak, Şubat ayı hem Kuveytin İngiltereden bağımsızlığını
kazanmasının, hem de Irak İşgalinden kurtulmasının yıldönümü olduğu için milli
bayram yapılmış. Her tarafta bayraklar, kutlamalar, ülke olma bilinci
kazandırmak için çocukların su sıkma oyunu oynamaya alıştırılmaları falan.
1 ay böyle geçti. Günlük
notu gibi bunları burada dursun düşüncesiyle kısaca aklıma geleni yazdım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder