Evet, bunun bence en köklü çözümü varoluşun sebebini araştırmaktır. Bu sebebi bulmak fevkalade zor olduğu için bu yol hemen her zaman bir hayret hâline yol açar. Izutsu Arapça hayret kelimesini "mystical perplexity (mistik şaşkınlık)" olarak çeviriyor. Bu mistik şaşkınlık hâli yoğunlaştıkça zevklerin gerçekliği azalır. O nedenle zevklerden de özgürleşmiş oluruz ve ilim tahsilinin (dolayısıyla hakikatin araştırılmasının) önündeki engellerin en büyüklerinden biri daha kalkmış olur. (Ama varoluşun sebebi bu soruna çözüm bulmak için araştırılmaz. O bizatihi amaçtır; faydalarından biri de bu soruna şifa olmasıdır. Başka bir faydası da büyümüş egoları mütevazılaştırmak olabilir. Şüphesiz başka faydaları da vardır.)
Hayret hâli herkeste az çok bulunur; bunu yaşayanlardan dinlemek lazım. Mesela Platon'un sanırım Ion dialogunda, Sokrates Ion isimli bir gençle tartışır ve tartışmanın bir noktasında Ion Sokrates'e mealen, Sokrates, ben çeşitli insanlardan senin sürekli hayret içinde bulunduğunu ve kiminle konuşursan onu da hayrete garkettiğini ve bu sayede konuştuğun herkesi, en azından bir süre, kendine benzettiğini duyardım. Şimdi duyduklarımı yaşıyorum. Beni hayret içinde bırakıyorsun, der. Benzer şekilde ehl-i tasavvufun ilginç bir bilinç durumunda, hayret halinde olduğu söylenilegelir. Ben bir keresinde şahit de oldum. Bir tasavvuf ehli, dağda bir köyde kendi evinde, hanımıyla yaşayan bir kişiyle birkaç saat geçirdim. Sıradan davranışları bile insanı etkileyen bir insandı ve o etki kendisinin hayret içinde olmasından kaynaklanıyor kanaati edinmiştim. En büyük filozofların yaptıkları şeylerden birisi içine doğduğumuz sıradan şeyleri felsefî bir şekilde "kurcalamak." Mesela Aristoteles zaman, mekan nedir diye uzun uzun anlatır Fizik isimli kitabında. Dünya neden olduğu şekildedir? sorusuna cevap bulma işi zaten aslında varoluşun sebebini sorgulamaya da götürür.
Aristoteles'in evreni açıklamak için geliştirdiği nedenlerden olan amaçsal neden modernitenin başlangıcıyla birlikte yoksayılmaya başlandığı için varoluşun sebebini inceleme işi artık hurafe benzeri birşey gibi görülmeye başlandı. Böylece hayreti öldürdük. Günümüz dünyasındaki zevklerin tiranlığının en büyük kaynağı budur diye düşünüyorum. Aklın önünü açmak için hayretin öldürülmesi, uzun vadede aklın zevklere köle olmasıyla sonuçlandı. Bakalım buradan nasıl bir çıkış yolu bulunacak?
Allah hayretimizi artırsın.
Urduca yazılmış bir şiirin bir kısmıyla bitirelim:
Heryerdesin ve değilsin.
Bir bilmecesin.
Eğer fikrimde değilsen, o zaman nasıl anlayayım Tanrı olduğunu?
Bir bilmecesin.
Hayranım bu işe: kimsin sen, nesin?
Elime geldiğinde put oluyorsun, gelmediğinde Tanrı.
Bir bilmecesin.
Akılla sınırlı olan şey nasıl sınırsız olabilir?
Anlaşılan şey nasıl İlah olabilir?
Bir bilmecesin.
Saklanmıyorsun, açığa da çıkmıyorsun.
Kendini izhar ettiğinde, kendini izhar etmiyorsun.
Halletmiyorsun cami ve kilise tartışmasını.
Hakikat nedir, söylemiyorsun.
Bir bilmecesin.
Hayret kalbimi tuhaf bir renge boyadı.
Alt-üst olmuş bir resim çizdi.
Nedir bu sır, anlamıyorum.
En baştan beri oynadığın bu oyun nedir?
Bir bilmecesin.
...
Naz Khayalavi (ö. 2010)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder