SİYASİ İLAHİYAT: LİBERALİZMİN TEOLOJİK KÖKENLERİ
Orion Yay., 2018, çev. Sefa Mertek
İÇİNDEKİLER
Türkçe Baskıya Takdim ve Teşekkür................................. 13
Teşekkür........................................................................ 15
Önsöz (Prof. Michael A. Gillespie tarafından)..................... 17
Giriş.............................................................................. 23
FELSEFE VE TEOLOJİ ARASINDAKİ İLİŞKİ.....
33
LİBERALİZMİN PROTESTAN TEMELLERİ.........45
2.1. Protestanlığın Avrupa’da Ortaya Çıkışı ve İngiltere’de
İlk Başlardaki Serüveni.............................................. 47
2.2. Protestanlığın Bireycililik, Özgürlük ve
Eşitlik
Kavramlarının Ortaya Çıkışına Etkisi........................... 54
2.3. Protestanlığın Akılcı Yönü: Gelenekleri
Sorgulama....... 63
2.4. Protestan
Reformcularının Hümanizmi........................ 65
2.5. Protestan Ahlakının Ekonomik Liberalizmin ve
Kapitalizmin
Doğuşuna Etkisi..................................... 71
2.6. Din Savaşlarından Tükenmişliğin Sonucu
Olarak Dinî
Hoşgörünün Doğuşu.................................................. 80
AHİT TEOLOJİSİ: KAYIP BİR KOMÜNAL ÖZGÜRLÜK
GELENEĞİ..... 95
3.1. Ahit ve Sözleşme Kavramları..................................... 96
3.2. Ahit Fikrinin Tarihi.................................................. 102
3.2.1. Yahudi Tarihinde Ahit Fikri............................. 102
3.2.2. Aziz Augustinus’un Düşüncesinde
Ahit Fikri..... 106
3.2.3. Ortaçağda Ahit Fikri........................................ 108
3.2.4.
Protestan Reformasyonu Sürecinde ve Erken
Modern Dönemde Ahit Fikri............................ 109
3.2.5. Reformasyon Sürecinde ve Erken Modern
Dönemde Ahit Fikrinin Farklı
Yorumları........... 112
3.2.5.1. İsviçre
Reformcularının Ahit Yorumu.... 112
3.2.5.2. Alman ve Hollandalı Ahit Yorumları...... 118
3.2.5.3. İngiliz Ahit Yorumu............................. 119
3.2.5.4. İskoç Ahit Yorumu.............................. 124
3.2.5.5. Huguenot Ahit Yorumu........................ 127
3.2.5.6. Amerikan Ahit Yorumu........................ 127
3.2.6. Ahit Teolojisinin Çöküşü ve Ölümü.................. 130
3.3. Ahit Teolojisi ve Liberalizm Arasındaki İlişki............. 131
3.3.1. Ahit Teolojisi, Sosyal Sözleşme
Doktrini ve
Tiranlığın Tanımı............................................ 135
3.3.2. Ahit Teolojisi, Anayasalcılık ve
Tiranlığa Karşı
Direniş........................................................... 143
3.3.3. Ahit Teolojisi ve Federalizm............................ 154
3.3.4. Ahit Teolojisi ve Modern
Demokrasi................. 165
3.4. Ahit Teolojisindeki İlliberal Temalar.......................... 170
3.5. Sonuç..................................................................... 172
LİBERALİZMİ HRİSTİYAN TEOLOJİSİNE DAYANDIRMAK: JOHN LOCKE’UN LİBERAL SİYASÎ
TEOLOJİSİ..................................
183
4.1. Locke’un Hristiyanlık
Anlayışı ve Teslis-karşıtlığı
(Anti-Triniteryenizm)............................................... 187
4.2. Locke’un İnsanların Doğal Eşitlik Durumunda
Yaratıldığına
Dair Önkabulü..................................... 211
4.3. Locke’un Mutlak Monarşiyi İncil’den Argümanlarla
Eleştirmesi.............................................................. 216
4.4. Locke’un Özel Mülkiyet Hakkını Gerekçelendirmesi
Altındaki
Teolojik Önkabul: Tanrının Sureti (Imago
Dei) Fikri................................................................ 226
4.5. Locke’un Mülkiyeti Miras Edinme Hakkını
Gerekçelendirmesi Altındaki
Teolojik Önkabul........... 228
4.6.
Liberal Hoşgörü İlkesinin Teolojik Temelleri.............. 231
LİBERALİZMİN DOĞAL HUKUK VE DOĞAL HAKLAR GELENEĞİNDEKİ TEOLOJİK TEMELLERİ............................. 273
5.1. Erken Modern Dönem Öncesi Doğal Hukuk Teorileri.. 287
5.1.1. Antik Çağda Doğal Hukuk Teorisi.................... 287
5.1.2. Thomasçı Doğal Hukuk Teorisi........................ 290
5.1.3.
Reform Liderlerinin Öğretilerinde Doğal Hukuk
Teorisi........................................................... 301
5.2. Reformasyon-sonrası
ve Erken Modern Dönemlerin
Yazararının Düşüncelerinde Doğal Hukuk
Teorisi....... 309
5.3. Erken Modern Çağda Doğal Hukukun Sekülerleşmesi. 315
5.4. Locke’un Düşüncesinde Doğal Hukuk ve Doğal Haklar,
ve Liberal
Siyaset Felsefesinin Teolojik Temeli........... 331
5.5. Locke’un Liberal Siyaset Teorisini Uygulamanın
Önkoşulu Olarak Tanrıya İman........................................... 352
DOĞAL HAKLAR LİBERALİZMİNİN ÇELİŞKİLERİNİN TARİHÎ TEMELLERİ ve İZLENMESİ GEREKEN YOL OLARAK HUKUKÎ ÇOĞULCULUK............................. 377
6.1. Locke’un Felsefesindeki Çelişkiler............................ 377
6.2. Doğal Hukuk ve Doğal Haklar Teorilerinin Çelişkileri:
Hume
Problemi ve Aklın Araçsallaşması.................... 380
6.3. Sonuç: İzlenmesi Gereken Yol Olarak Hukukun
Çoğulcu Bir Klasik Liberal Teori............................... 403
Sonuç .......................................................................... 415
Kaynakça..................................................................... 418
İndeks ......................................................................... 438
ÖNSÖZ
Prof. Michael A. Gillespie
Aydınlanmanın
inanç unsurlarından birisi; dinin yanlış öğretilerinde en belirgin şekilde
tezahür etmiş olan hurafelerin zararlı etkisi hele bir ortadan
kaldırılabilirse, aklın dünyayı yönetebileceği kanaatidir. Voltaire’ın ‘Vurun kahpeye!’ deyişi, bu
iddianın belki de en ünlü ve uç biçimidir ama kesinlikle benzersiz değildir.
Aklın hakimiyetini tesis etmeye yönelik bu umut çeşitli şekillerde defalarca
yeniden ortaya çıkmıştır. Bu umut analitik felsefe projesinin kalbinde yer alır
ve Richard Dawkins, Daniel Dennet, Sam Harris ve Christopher Hitchens gibi
çağdaş düşünürlerin rasyonalist materyalizminde net bir şekilde görülebilir.
Liberalizmin temelini oluşturan rasyonalist dünya görüşünün bu ve diğer
temsilcileri eğer batıl inançlara duyulan ihtiyacımızı ortadan kaldırabilirsek
Immanuel Kant’ın söylediği gibi kendi vesayetimizden kurtulabileceğimize ve
özgür, rasyonel varlıklar olarak yetişkinliğe girmiş olacağımıza inanmaya
başladılar. On dokuzuncu yüzyılın sonlarından bu yana Aydınlanma görevini
tamamlama, kendimizi doğanın efendisi ve sahibi yapma, liberal bir rejim kurma
ve yalnızca akılla yaşama kapasitemiz hakkındaki şüpheler sürekli büyümektedir.
Doğanın derisini ne kadar çok soyarsak, onun gerçekliği o kadar çok görünmeyen
derinliklere batar; kendi ruhumuzu ne kadar derin kazarsak iç doğamız
bakışımızdan o kadar uzaklaşmış görünür; ve kendi tarihsel gelişimimizi ne
kadar çok incelersek önkabullerimizin yetersizliğini o kadar farkederiz.
Çabalarımız ve umutlarımıza rağmen bu yüzden hem bireyler hem medeniyet olarak
kendimize birçok açıdan yabancı kalırız.
Kendimizi anlama
konusundaki yetersizliğimiz, harika araçlarımız yardımıyla olağanüstü
keskinlikle hem makrokozmosu hem de mikrokozmosu gözlemleyebilen duyularımızın
zayıflığının sonucu değildir. Göremediğimiz şey hayal edilemeyecek derecede
uzakta veya inanılmaz küçük bir şey değil, aksine hemen elimizin altında ve
kendisine aşina olduğumuz için daima gözden kaçırdığımız birşeydir. Aşikar veya
verili olduğunu zannettiğimiz şeylerde pusuya yatmış olan soruları görmedeki
başarısızlık, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı birçok kez ve zaman zaman
felakete sebep olacak şekillerde yönlendiren ve biçimlendiren güç ve yapılara
bizi maruz bırakır.
Şimdi, birisi
belirli verili şeyleri kabul etmedikçe hiçbir şeyi anlayamayacağımızı makul bir
şekilde söyleyebilir. Aşırı-Kartezyen bir biçimde herşeyi sorgularsak sağa veya
sola dönüp dönemeyeceğimize karar veremeyecek, hatta hayatın ölümden daha iyi
olup olmadığını saptayamayacak şekilde felç olacağız. Dolayısıyla anlama
faaliyetinin kökeninde, her zaman, verili ve gerçek olduğunu farzettiğimiz
önyargılar bulunmaktadır. Bu nedenle önkabulsüz bir akıl umudu bir illüzyondur
ve daima belirli bir dünya anlayışı içinde yaşamamız kaçınılmaz ve aslında insan
gelişimi için gereklidir. Tüm bunlar doğrudur ama Oedipus’un hikayesinin ima
ettiği gibi önkabullerimize olan bağlılığımız aynı zamanda sorunlara neden
olabilir. Oedipus “talihin çocuğu” olduğunu, olağanüstü muhakeme kuvvetini
kullanarak kendi gayretleriyle kendi kendini yaptığını tasavvur etti ama o,
kendisine en yakın olan şeyi, kendi doğru başlangıçlarını ve kendi
davranışlarıyla yarattığı felaketleri kendisine gösterecek şeyi gözden kaçırdı.
Theban korosu, Antigone’un ilk korosal kasidesinde Oedipus’a göndermede
bulunarak, makul bir şekilde, Tanrıların böyle bir adamın kendilerinin eşiğini
aşmasına hiçbir zaman izin vermemeleri için Tanrılara yalvaran bir duayla
sonuçlanır.
Modern liberalizm,
Aydınlanma ideallerinin somutlaşmış halidir ve din ihtiyacını aştığına
genellikle ikna olmuştur. Bu, liberalizmin teolojiden ilham alan radikalizme
karşı yürüttüğü mevcut mücadelenin doğruluğuna olan inancının önemli bir
parçasıdır. Liberaller, aklın ve bilimin gücünün, ilahi bir güce olan batıl bir
inancın yardımı olmaksızın, kendilerine sadece geleceğe doğru bir yol haritası
çizme kapasitesi değil, aynı zamanda bunu yapmak için ahlaki bir hak ve
başkalarını da (benzer şekilde) “özgür olmaya zorlamak” için ahlaki bir hak
verdiğine inanırlar. Elbette tüm kesimlerden köktendinciler bu inançla karşıt
fikirdedirler ve insanların sadece iyi değil aynı zamanda doğru bir şekilde
yaşamak için çeşitli derecelerde ilahi vesayete ihtiyaç duyduğuna inanırlar.
Dahası, onlar ve daha az radikal inançlı birçok kişi sık sık bizatihi
sekülerliğin dini inancın sadece başka bir formu olduğunu iddia ederler.
Rasyonalistler
genellikle bu iddiaları cahil müminlerin saçma fantezileri olarak başlarından
savarlar, ancak ya bu iddialar o kadar saçma ve bu müminler o kadar cahil
değilse? Ya hala batıl inanca saplanmış olanlar akla olan inancımız yüzünden az
ya da çok bize görünmez hale gelen bir şeyi görüyorlarsa? Ya biz kim olduğumuzu
göremeyecek kadar akıl ve bilimin devasa gücüne kapılmışsak? Aydınlanma’nın
gerekliliklerinin temelinde yer alan entelektüel dürüstlük bu olasılığı en
azından değerlendirmemizi gerektirir.
Tarih üstüne
tefekkür etmenin en önemli yönlerinden birisi kendi kökenlerimize dair daha
derin bir kavrayış edinmek ve böylece Oedipus’un kibirli şimdiciliğinden (presentism)
ve onun sıklıkla ürettiği felaketlerden kaçınmamıza yardım etmektir. Eğer
Oedipus, harekete geçmeden önce kendisinden biraz daha az emin ve kendi
kökenleri üzerine tefekkür etmeye daha istekli olsaydı, kendisini ve şehrini
büyük bir ızdırap ve elemden kurtarabilirdi. Seküler Batı örneğinde, özellikle
kendi zaferimizi ilan ettiğimiz bir çağda, böyle bir tefekküre ihtiyaç
duyulmasında ısrar etmek bana eşit derecede önemli görünmektedir.
Bununla yeterince
eleştirel olmadığımızı kastettiğime hükmetmek yanlış olur. Aslında biz
genellikle Oedipus gibi aşırı eleştireliz. Hakikaten, Goethe’nin Mefistofeles’i
gibi, sıklıkla, hepimiz daima hayır diyen ruhlarız (der Geist, der stets verneint).
Her şeyi eleştiririz, ancak eleştirilerimiz bizatihi tam da zamanımızı karaterize
eden rasyonalizme dayalıdır, kendisini tamamen seküler olarak anlayan bir
rasyonalizme, kendi kökenleri hakkında şaşırtıcı bir şekilde eleştirel olmayan
bir rayonalizme.
Liberalizmin
köklerinin bu rasyonalizm içinde bulunduğunu sanıyoruz ve yine de liberalizmin
kaynağındaki kendiliğinden-aşikar (self-evident) hakikatler (evrensel
eşitlik ve doğal haklar veya daha sonra insan hakları kavramları) olduğunu
farzettiğimiz şeylerin temelini sorguladığımızda onlar için bilimsel bir
gerekçe bulmakta zorlanıyoruz. Bu gibi endişeler Alasdair MacIntyre gibi
düşünürleri, hakların sadece insan yapımı şeyler oldukları ve bu nedenle
liberalizm için itiraz kabul etmez bir temel sağlayamayacakları sonucunu
çıkarmaya sevketti. Bunlara benzer endişeler bu kavramların kökenlerinin
giderek pekçok farklı kesimden düşünürler tarafından sorgulanmasına, bu
kavramların belki de liberalizm ve modernite öncesi bir geleneğin insan-yapımı
ürünleri olup olmadıklarının ve, eğer öyleyse, ne ölçüde öyle olduklarının
merak edilmesine yol açtı. Neticeleri iyi de olsa kötü de olsa Carl Schmitt ve
daha sonra Eric Voegelin gibi erken yirminci yüzyıl düşünürleri modern liberal
doktrinlerin Hristiyan kökenleri meselesini –farklı şekillerde– ortaya attılar.
1970 ve 1980'lerde bu mesele Hans Blumenberg ve Amos Funkenstein ve kısa bir
süre sonra diğer birçok kişiyle birlikte Jeremy Waldron, Charles Taylor ve
Joshua Mitchell tarafından daha kapsamlı bir biçimde gündeme getirildi. Bunlar
artık sadece ıssız bir ormanın ortasındaki çığlıklar değil, liberalizmin
kendisinden önceki Hristiyan geleneğine olan borcu meselesinin yeniden
değerlendirilmesi çağrısında bulunan sözügeçer bilginler (scholars) idi.
İsmail Kurun’un bu
özenli kitabı modern sosyal ve politik hayatın dini temellerini soruşturan daha
önceki araştırmalar üzerine dayanmaktadır. Kurun, özellikle liberalizmin
teolojik ve büyük ölçüde Protestan kökenlerine odaklanmaktadır. Hepimizin
yaptığı gibi o, başkalarının çalışmalarından bir hayli yararlanmaktadır, ancak
bize nadir bulunan daha geniş bir fikirler tarihinin şumullü bir sentez
şeklindeki anlatısını sunmaktadır, ki bu anlatı, insaflı bir şekilde, teolojik
tarafgirlikten uzaktır. Bu anlatı eksiksiz bir anlatı değil—tarihin bu
noktasında böyle birşey beklemek çok fazla şey beklemek olurdu. Bu anlatı daha
ziyade, başkalarının, ayrıntıları tamamlamaya başlamalarına izin verecek daha
geniş bir resimle hesaplaşmaya doğru önemli bir ilk adımdır. Böyle bir proje
kendi içinde bazı riskler bulundurmuyor değildir, ve bireysel araştırmacılar
bunun içinde kaçınılmaz olarak küçük itirazlarda bulunacakları çok şey
bulacaklardır, ancak daha sınırlı araştırmaların sonuçlarını biraraya getiren
daha genel bir anlatı sunma girişiminin değerini hafife almamalıyız. Bu nedenle
bu derece kapsam ve dikkat içeren önemli bir eser yayımlamadaki gayret ve
cesareti için Kurun’a teşekkür etmeliyiz.
Duke Üniversitesi
21
Şubat 2016
Fransızca aslı “Écrasez l’infâme!” Fransız düşünür Voltaire tarafından batıl inançların yok edilmesini savunan bir slogan olarak kullanılmıştır. ç.n. (çevirenin notu).
GİRİŞ
Çok az keşif, fikirlerin şeceresini ortaya
çıkaran keşiflerden daha çok rahatsız edicidir.
Liberalizmin teolojik kökenlerini araştırma fikri, sosyalist bir
sosyo-politik kuramcı olan bir hocamla adalet üzerine tartışırken aklıma geldi.
Hatırlamadığım bir nedenden dolayı bir noktada hocamla ilahi adalet üzerine
tartışmaya başlamıştık. Böylece tartışma bir anlamda ilahi adalet konusuna
yönelik liberal ve sosyalist yaklaşımlar arasında bir tartışmaya dönüştü.
Argümanlarımı mantıkî sonuçlarına kadar uzatmaktan kaçınmadığım için, ilahi
adalet konusundaki pozisyonum muhtemelen kendisine rahatsız edici bir şekilde
aşikar hale geldi, ve hocam aniden “Ben senin inandığın Tanrı’ya inanmıyorum.”
dedi. Bu benim için ilginçti, çünkü aynı dine inandığımızı bildiğimden, aynı
Tanrı’ya inanmamız gerektiğini düşünüyordum. Siyaset ile din arasındaki ve daha
geniş anlamda felsefe ve teoloji arasındaki ilişkiler üzerine kafa yorduğum ve
okuduğum için farklı ideolojilerin farklı Tanrı tasavvurları olduğunun
farkındaydım. Tartışma esnasında hocamın sözlerinin farklı ideolojilerin
kendilerine özgü farklı Tanrı tasavvurlarına sahip oldukları yönündeki fikrin
doğruluğunun en somut örneği olduğunu hissettim. O günden sonra okurken,
düşünürken ve çeşitli yerlerde tartışırken bunu aklımın bir köşesinde tuttum. Bu konuya ne kadar
kafa yorduysam, resim o kadar netleşti. Bu yüzden liberalizmin teolojik
kökenlerini araştırmaya karar verdim ve böylece bu kitap ortaya çıktı.
Liberalizmi,
“siyasette veya teolojide liberal görüşlerin desteklenmesi” olarak tanımlayan
on dokuzuncu yüzyıl Oxford İngilizce Sözlüğü, liberalizm ile teoloji arasındaki
ilişkinin farkında görünmektedir.[1] Peki,
erken modern dönemin herhangi bir bilginine oldukça açık görünen bu ilişki
neden dikkate değer bir ilgi çekmedi? Bunun temel nedeninin modernite,
Aydınlanma ve liberalizmin genellikle Ortaçağdan bir kopuş olarak görülmesi
olduğunu düşünüyorum. Bu indirgemeci paradigmanın, bilimcilikten (scientism)
pozitivizme, ilerlemecilikten ruhban sınıfı karşıtlığına (anti-clericalism)
kadar birçok faktörün sonucu olduğu kanısındayım. Öyle görünmektedir ki Fransız
Devrimi’nden başlayarak Fransa’nın yaşadığı çalkantılara eşlik eden
sosyo-politik değişimler; örgütlü kilisenin feshedilmesi, kurucu rasyonalizm
ile desteklenmiş bir sivil dinin yaratılması, bilimcilik ve milliyetçilikle
boyanmış romantizm gibi bir kısmı Fransız philosophe’larının büyük
projeleri olan olguları Aydınlanmanın numunesi olarak gösteren bir zihniyetin
oluşmasına katkıda bulunmuştur. Başka bir deyişle, İngiliz ve İskoç Aydınlanmalarının
Fransızlarınkinden önemli ölçüde farklılaştıkları iyi bilinmesine rağmen bu
yaygın zihniyet, felsefeciler ve sosyal bilimciler arasında, liberalizm ile
Hristiyanlık arasındaki teolojik ilişkinin mevcudiyeti ihtimalini görmezden
gelmekle sonuçlanacak genel bir eğilim yaratmışa benzemektedir. Aslında felsefe
ve siyaset teorisinin modern bilginleri zaten teoloji ile ilgili neredeyse
herşeyi hafife alma eğilimindedirler. Ana akım bir modern siyaset teorisyeni
bir kitapta Araf, Aşai Rabbani Ayini, İlahi Lütuf ile Kurtuluş (Salvation
by Grace), transubstantiation
gibi teolojik terimlerle karşılaştığı zaman muhtemelen onları hızlı bir şekilde
geçecektir. Dolayısıyla, az sayıda siyaset kuramcısının teoloji bilmesi ya da
teolojiyle ilgilenmesi şaşırtıcı değildir. Hem bir felsefe (özellikle siyaset
felsefesi) hem de bir teoloji allâmesinin, modern Batı uygarlığının en önemli
iki unsuru olan Hristiyan teolojisi ve liberalizm arasındaki ilgi çekici
ilişkinin derinliğini şimdiye kadar araştırmamış olması üzücüdür. Bu kitap bu
ilişki üzerine derinlemesine bir çalışma olarak görülmemelidir. Kitabın
başarmaya çalıştığı şey, sadece, Hristiyanlık ve liberalizm arasındaki karmaşık
ilişkinin anahatlarını tek bir cilt içinde sunmaktır. Umarım bu kitaptaki
boşluklar bireysel araştırmacıların çalışmaları ile doldurulur ve liberalizmin
teolojik kökenlerinin bu küçük kitapta göstermeye çalıştığımdan daha net bir
resmini zamanla elde ederiz.
Liberalizm ve
Hristiyan teolojisi arasındaki ilişkiyi araştırırken yeni fikirler nadiren
ortaya çıktığı için tarihin kolaylıkla birbirinden kesin bir şekilde ayrı
çağlara bölünemeyeceği gerçeğinin giderek daha fazla bilincine vardım. Arthur
O. Lovejoy, bunun sebebini şöyle açıklamaktadır:
Pek çok sistemin görünen yeniliği yalnızca içine giren
eski unsurların düzenlenmesi veya sisteme uygulanması veya bu unsurların
yeniliği nedeniyledir. Bu idrak edildiğinde, bir bütün olarak tarih, çok daha
idare edilebilir birşey gibi görünmelidir. Tabii ki özü itibariyle yeni
düşüncelerin, yeni sorunların ve onlarla ilgili yeni akıl yürütme biçimlerinin
düşünce tarihinde zaman zaman ortaya çıkmadığını söylemek istemiyorum. Ancak
mutlak yeniliğin bu kadar fazla zuhuru bana bazen zannedildiğinden çok daha
nadir görünmektedir. Doğrudur, tıpkı kimyasal bileşimlerin, dokunulabilen
niteliklerinde, kendilerini oluşturan elementlerden farklı oldukları gibi, aynı
şekilde farklı mantıksal bileşimlere sahip olan felsefî doktrinlerin unsurları
da her zaman kolaylıkla ayırdedilebilir değildir.[3]
Benzer şekilde
Francis Bacon’ın bir keresinde söylediği gibi, “Zihnin ve elin eserleri
kitaplarda ve mâmûlatta oldukça çabuk çoğalıyormuş gibi görünür. Fakat bütün bu
çeşitlendirilmiş üretim, aksiyomların sayısından değil, aşırı incelikten ve
bilinir hale gelmiş birkaç şeyden yapılan çıkarımlardan meydana gelir.”[4]
Her ne kadar
tarihin birbirlerinden keskin bir şekilde ayrı parçalara bölünmemesinin daha
güvenli olduğunu düşünüyorsam da, insan, entelektüel araştırmasına belirli bir
noktadan başlamak zorundadır. Bu çalışmadaki başlangıç noktası Protestan
Reformasyonudur. Liberalizmin, en önemlisi Protestanlık olan birçok faktörün
birleşiminin bir sonucu olarak ortaya çıktığı tezini ileri sürdüm. Liberalizmin
kronolojik olarak Protestan Reformasyonu’ndan önce olan teolojik kökenlerini
iki sebepten ötürü araştırmadım. Birincisi, liberalizmin ortaya çıkışındaki
teolojik unsurları incelemek, çalışmamda liberalizmin Reformasyon öncesi
teolojik kökenlerini de, tamamen olmasa da, büyük ölçüde incelediğim anlamına
gelir, çünkü liberalizm herhangi bir zamanda Hristiyan teolojisinin herhangi bir
kısmında bir teolojik kökene sahipse, bu, Reformasyon sonrası veya erken modern
çağda ön-liberal (proto-liberal) ya da liberal yazarların bu teolojik
kökeni liberal bir fikir için önkabul olacak veya liberal bir doktrine ilham
verecek şekilde kullanmış olduklarındandır. Örneğin Brian Tierney, doğal haklar
geleneğinin on ikinci yüzyıl hukukçularının çalışmalarına dayandığını oldukça
inandırıcı bir şekilde ileri sürmüştür.[5] Mamafih,
ben bu çalışmada doğal hak fikrinin kökeninin izini XII. yüzyıla kadar sürmüyorum;
benim yaptığım şey, teolojik bağlamda kullanılan ya da erken modern dönemdeki
bazı yazarlarca Hristiyanlıktan kaynaklanan bir önkabule dayandırılan doğal hak
fikrinin aynı çağda John Locke’un elinde nasıl liberal bir teorinin temeli
haline geldiğini göstermektir. Bir başka örnek ise, İkinci Avignon Papası XII.
John (1244-1334) 14. yüzyıl kadar erken bir tarihte, insanların doğum anında
özel mülkiyet hakkına sahip oldukları iddiasını İncil’e dayanarak ileri sürdü.[6] Ama,
tekrar etmek gerekirse, ben 12. John’un özel mülkiyet hakkının savunulması
konusundaki teolojik argümanlarını incelemedim, çünkü o, bu argümanlardan sonra
herhangi bir liberal teori geliştirmedi. Bunun yerine, liberal felsefenin
oluşum zamanında (yani erken modern dönemde) özel mülkiyet hakkının teolojik
gerekçelerle nasıl savunulduğunu gösterdim. Liberalizmin teolojik köklerinin
Protestan Reformasyonu öncesindeki izlerini sürmememin ikinci nedeni, bu işin, Hristiyan teolojisi hakkında yazılan eserlerin neredeyse
tamamının taranmasını gerektireceğinden dolayı, basitçe, bu çalışmanın boyutunu
aşmasıdır. Ek olarak, Michael A. Gillespie, Larry Siedentop, Brian Tierney gibi
bazı bilginler tarafından yapılan çalışmalar bunu zaten yaptı; onlar zaten
liberalizmin kronolojik olarak Protestan Reformasyondan önceki bazı teolojik
kökenlerini incelediler. Bu nedenle, tekrar ifade etmek gerekirse, ben
liberalizmin teolojik kökenlerini yalnızca Reformasyon sonrası ve erken modern
dönemde ön-liberaller ve liberal yazarların eserlerinde araştırdım ve yalnızca,
birçoğu teolog olan bu yazarların Hristiyan teolojisine dayanarak, Locke’un
elinde ilk liberal siyaset teorisinin oluşumuyla sonuçlanacak olan liberal
fikir ve doktrinleri nasıl geliştirdiklerini göstermeye çalıştım.
Liberalizmin
teolojik kökenlerini incelemek, bu kökenler düzenli bir desen
arzetmediklerinden ötürü neredeyse şekilsiz bir resim çizilmesini gerektirir;
bu kökenler gökyüzünde biçimsiz bir bulut gibidirler. Bu yüzden bölümler
arasında bazı kopukluklar mevcut gibi görünebilir, ancak aslında kronolojik bir
düzen vardır. Çalışmaya liberalizmin Protestan temellerini incelemekle başladım
ve ardından akit teolojisindeki (covenant theology) liberal
unsurları araştırdım. Daha sonra Locke’un liberal siyaset teorisinin altında
yatan teolojik fikirleri araştırdım ve ardından liberalizmin doğal hukuk ve
doğal haklar teorileri üzerinde nasıl geliştirildiğini soruşturdum. En son bu
teorilerdeki çelişkileri gösterme girişiminde bulundum ve hukuken çoğulcu
klasik liberal bir siyaset teorisi önerisinde bulunarak çalışmaya son
verdim—hepsi epeyce kronolojik bir sırada. İncelediğim zaman aralığı yaklaşık
1500-1750 arasıdır.
Michael A.
Gillespie, John Marshall, Jeremy Waldron, Glenn A. Moots, Perry Miller, Kim I.
Parker, Daniel J. Elazar, Brian Tierney, Max Weber, John Dunn ve Frank van Dun
gibi bilginler tarafından yazılmış çeşitli eserler, bu kitapta incelediğim
konunun çeşitli yönlerini ele almışlardır. Bunların arasında Modernitenin Teolojik Kökenleri (The
Theological Origins of Modernity) (Gillespie), John Locke: Direniş, Din ve Sorumluluk (John Locke: Resistance,
Religion and Responsibility) (Marshall), Tanrı, Locke ve Eşitlik: Locke'un Siyasi Düşüncesinin Hristiyan
Temelleri (God, Locke and Equality: Christian Foundations in Locke’s
Political Thought) (Waldron), ve Reforme
Edilmiş Siyaset: Ahit Teolojisinin Anglo-Amerikan Mirası (Politics
Reformed: Anglo-American Legacy of Covenant Theology) (Moots) özellikle
önemlidir.
Lafı uzatmadan,
kitabın içeriğine ve hedeflerine kısaca değinmeme izin verin. Birinci bölümde
felsefe ile teoloji arasındaki ilişkiyi inceliyorum ve bu ilişkinin
epistemolojik, metafizik ve hukuki-ahlaki-politik olmak üzere üçe
ayrılabileceğini öne sürüyorum. Orada açıkladığım nedenlerden dolayı felsefe
ile teoloji arasındaki karmaşık ilişkilerin mevcudiyetinin kaçınılmazlığını
göstermeye çalışıyorum. İkinci bölümde liberalizmin Protestan temellerini
inceliyorum. Protestanlığın Avrupa ve İngiltere’deki geçmişine kısaca
değindikten sonra, Protestanlığın bireysellik, eşitlik ve özgürlüğün ortaya
çıkmasındaki etkisini tartışıyorum. Protestanlığın bu değerlerin ortaya
çıkmasında önemli bir rol oynadığını savunuyorum. Daha sonra reform
liderlerinin öğretilerindeki rasyonalist ve hümanist yönleri inceliyorum ve
Protestanlığın, liberalizmin içinde gömülü bulunan rasyonalizmin ve hümanizmin
ortaya çıkışlarına katkıda bulunduğunu savunuyorum. Ardından, ekonomik
liberalizm, kapitalizm ve dini hoşgörü fikrinin doğmasını incelemekle devam
ediyorum. Nihayetinde, Protestanlığın onların ortaya çıkışında önemli bir rol
oynadığını sonucuna ulaşıyorum.
Üçüncü bölümde
toplum sözleşmesi teorisi, anayasalcılık, federalizm ve modern demokrasinin
ahit teolojisindeki kökenlerini araştırıyorum. Ahit teolojisinin tarihini
kısaca anlattıktan ve Protestan Reformasyonu sürecinde ahit teolojisinin nasıl
yeniden canlandırıldığını gösterdikten sonra, bu doktrinlerin, düşüncelerin ya
da sistemlerin (toplumsal sözleşme doktrini, anayasalcılık, federalizm ve
modern demokrasi) ya ahit teolojisinden esinlendiğini ya da temel düşüncelerini
doğrudan ondan aldığını iddia ediyorum. Dördüncü bölüm Locke’un siyaset
felsefesinin teolojik kökenlerini incelemekte ve Locke’un liberal siyaset
teorisini bariz bir şekilde Hristiyan teolojisinden alınmış fikirler üzerinde
geliştirdiğini ileri sürmektedir. Beşinci bölümde doğal hukuk ve doğal haklar
gelenekleri ve liberalizm arasındaki teolojik ilişkiyi araştırıyorum. Doğal
hukuk teorisinin tarihsel sergüzeştini açıkladıktan sonra nasıl onun, doğal
haklar teorileri ile birlikte, üzerinde liberal fikirlerin geliştirileceği
temel haline geldiğini inceliyorum. Locke açıkça liberal siyaset teorisini
Hristiyan teolojisiyle bağlantılı doğal haklar teorisi üzerine kurmuştur. Son
bölümde doğal hukuk ve doğal haklar teorilerinin liberal doğal haklar
teorilerini çıkmaza sokan içkin bir çelişkiye sahip olduğunu iddia ediyorum.
Toplumların giderek çok-dinlileştikleri bir dünyada, “makuliyetlerin
çoğulculuğu” problemine bir çözüm olarak hukuken çoğulcu klasik liberal bir
siyaset teorisi öneriyorum. Böyle bir teorinin birlikte yaşamayı neden
kolaylaştırabileceğini açıklasam da, bu çalışmanın sınırlarını aştığı için,
bunun nasıl yapılabileceğini gösterme girişiminde bulunmuyorum.
[2] Hristiyan ayininde sunulan ekmek ve şarabın İsa’nın eti ve kanına dönüştüğüne dair Katolik doktrini. (ç.n.)
[3] Arthur
O. Lovejoy, The Great Chain of Being: A Study of the History of an Idea (Cambridge:
Harvard University Press, 2001), 4.
[4] Francis
Bacon, The New Organon, ed. Lisa Jardine ve Michael Silverthorne
(Cambridge, UK: Cambridge University Press, 2003), 34.
[5] Brian
Tierney, The Idea of Natural Rights: Studies on Natural Rights, Natural Law,
and Church Law, 1150–1625 (Atlanta: Scholars Press, 1997); Brian Tierney,
“The Idea of Natural Rights–Origins and Persistence,” Northwestern
Journal of International Human Rights 2, 1 (Spring 2004).
[6] Charles
J. Reid, Jr. “The Medieval Origins of the Western Natural Rights Tradition: The
Achievement of Brian Tierney,” Cornell Law Review 83 (1998), 15.
Kitap hakkında yazılanlar:
“İsmail Kurun’un bu özenli kitabı modern
sosyal ve siyasî hayatın dinî temellerini araştıran önceki çalışmalardan
yararlanmaktadır. Bu derece kapsam ve
dikkat içeren önemli bir eser yayınlamadaki gayret ve cesareti için Kurun’a
teşekkür etmeliyiz.”
Prof. Michael A. Gillespie, Duke Üniversitesi, Felsefe
& Siyaset Bilimi Profesörü ve “The Theological Origins of Modernity
(Modernitenin Teolojik Kökenleri)” (Chicago Üniversitesi Yayınları, 2008)
kitabının yazarı
"Tarih, ilahiyat, ahlak ve siyaset bilimine ilgi duyanlar için kitap genel olarak çok ilginç ve okumaya değer. ... Yazarın kaynakları kullanışı kayda değer. Yazar din, siyaset ve ahlakı birbirlerinden koparıcı bir tarzda yaklaşmanın tehlikelerine dair iyi bir kavrayışa sahip. Zihin açıcı bir kitap."
Doç. Dr. Jonathan S. Marko (Cornerstone Üniversitesi), Journal of Markets and Morality
“Kurun ... liberalizmin Protestan teolojisine olan borcunun
güçlü bir tarihsel analizini sunuyor.”
Dr. Thomas F. X. Varacalli (Texas State Üniversitesi), Journal of Anglican and Episcopal History
“Schmitt, ‘Modern devlet teorisinin tüm önemli kavramları
sadece tarihsel gelişimleri nedeniyle değil aynı zamanda sistematik yapıları
nedeniyle de sekülerleştirilmiş teolojik kavramlardır.’ demiştir. Bu hipotez
halen tartışmalıdır, ancak Kurun cesur bir şekilde diğer önemli bilginleri
izlemekte ve şayet liberal fikirlerin doğasını anlamak istiyorsak bu hipotezin
ihmal edilemeyeceğini göstermektedir.”
Yrd. Doç. Dr. James
Alexander, Bilkent Üniversitesi, Siyaset Bilimi & Kamu Yönetimi Bölümü
“Modern dünyanın, öncelikli olarak seküler Aydınlanma düşünürlerinin yarattığı birşey olduğu görüşü çoktan gözden düşmüştür. Yine de bu görüş hâlâ ısrarla yaşayan bir mittir. Kurun’un kitabı, Hristiyan teolojisinin moderniteyi şekillendirmekte oynadığı rolün açıklanmasına önemli bir katkı yaparak, okuyucuların modern dünyanın Hristiyan düşünce ve pratik tarafından şekillendirildiği şaşırtıcı yolları görmelerine yardım edecektir.”
Dr. Samuel Gregg, Acton Enstitüsü (The Acton Institute for the Study of Religion & Liberty), Araştırma Direktörü
“İsmail Kurun’un kitabı liberalizmin ortaya çıkışına dair literatürdeki boşluğu doldurmaktadır.”
Dr. Benedikt Koehler, Economic Affairs Dergisi
Satın almak için tıklayın.